Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar Tuna adında, tatlılara bayılan bir çocuk yaşarmış. Her sabah kahvaltı yerine çikolatalı gofret istermiş. Dondurma, şekerleme, kurabiye. Tatlı olan her şey onun en yakın arkadaşıymış. Tatlı görünce gözleri parlar, başka hiçbir şeyi düşünemezmiş.
Evde her dolabı kurcalar, belki gizlenmiş bir kurabiye bulurum umuduyla bakarmış. Annesi ona hep, “Tatlı güzel ama fazlası mideni bozar,” dermiş. Tuna başını sallar ama yine de gizlice şeker yemeye devam edermiş.
Bir gün okul çıkışı, Tuna yorgun ama neşeli adımlarla yürürken gözleri birden vitrindeki o muhteşem pastaya takılmış. Pastanın üstü çileklerle süslenmiş, rengârenk şekerlerle parıldıyormuş.
Tuna’nın kalbi hızlı hızlı atmaya başlamış, sanki pasta ona “Gel ve beni ye!” diyormuş gibi hissetmiş. Dayanamamış, cebindeki tüm harçlığını çıkarıp pastayı almış. Eve kadar bekleyememiş, yürürken küçük küçük başlamış, derken farkına bile varmadan neredeyse tamamını bitirmiş.
O akşam sofraya oturduğunda yüzü hiç gülmüyormuş. Annesi ona sıcacık bir çorba koymuş ama Tuna kaşığını eline bile almamış. Önce karnında hafif bir sancı başlamış, sonra giderek kıvrandıran bir ağrıya dönüşmüş. En sonunda dayanamayıp kalkmış ve annesinin yanına gidip titrek bir sesle, “Karnım çok ağrıyor.” demiş.
Annesi telaşla mutfağa koşmuş, hemen bir fincan ıhlamur hazırlamış. Ardından Tuna’nın yanına oturup saçlarını okşamış, “Tatlılar sana darılmadı ama sen onlara biraz fazla kapıldın galiba,” demiş yumuşak bir sesle.

Tuna o an hiçbir şey söyleyememiş, sadece başını utangaçça eğmiş. İçinde küçük bir pişmanlık büyürken, sessizce “Bir daha bu kadar yememeliyim,” diye düşünmüş. O gece sabaha kadar kıvrılıp yatmış, karnını ve bedenini dinlendirmiş.
Ertesi gün Tuna, tatlıları ne kadar çok sevse de vücudunun neye ihtiyacı olduğunu dinlemesi gerektiğini anlamış. Artık her gördüğü pastaya koşmadan önce, gerçekten isteyip istemediğini sorarmış kendine. Tatlıyı hâlâ severmiş ama bir dilimle yetinmenin huzurunu da öğrenmiş.
Zamanla sadece tatlılarla değil, başka tatlarla da barışmış. Fırından yeni çıkmış sebzelerin kokusu, taze meyvelerin sulu tadı ona farklı mutluluklar vermeye başlamış. Yedikçe yalnızca karnını değil, kendini de doyurmayı öğrenmiş.
Yıllar geçmiş, Tuna büyümüş ama o gün yaşadığı duyguyu hiç unutmamış. Artık bir tatlıyı yerken yanında bir bardak suyu eksik etmez, ardından biraz yürüyüş yapmayı ihmal etmezmiş. Çünkü en güzel tatlının bile, insanın kendi dengesini koruması kadar değerli olmadığını biliyormuş.
Ve gökyüzüne baktığında, bazen bir bulut hâlâ ona çilekli pasta gibi görünürmüş. Ama Tuna artık gözlerini kısmadan önce içinden şöyle dermiş: “Hayat da tatlılar gibi… En güzeli, tadında bırakabilmek. İşte bu, benim Bir Dilim Yeter Masalım.”
Bir Dilim Yeter Masalına benzeyen, 5 yaş masalları okumak için bağlantıya tıklayabilir, en güzel masalları sesli olarak dinlemek için instagram sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.