Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, küçük bir şehirde, penceresi çiçeklerle dolu bir odada Buket adında bir kız yaşarmış. Buket, ilkokula giden, sessiz ama hayal kurmayı çok seven bir çocukmuş.
Her gün okuldan dönerken mahallenin köşesindeki kümesten çıkan minik sesleri duyar, durup civcivleri izlermiş. Sarı tüyleriyle oradan oraya koşturan o ufacık canlılar, onun kalbinde tatlı bir yer edinmiş.
Ama günler geçtikçe sadece izlemek Buket’e yetmez olmuş; o minik kalplere biraz daha yaklaşmak istemiş.
Bir akşam, annesi mutfakta sofrayı kurarken Buket sessizce yanına yaklaşmış. Elindeki çatalları yavaşça masaya bırakıp cesaret toplamış, sonra kısık bir sesle sormuş: “Anne, bir civcivim olsa, olur mu?”
Annesi durup Buket’e bakmış. Gözlerinde yumuşak bir gülümseme belirmiş, kaşlarını hafifçe kaldırarak demiş ki: “Civciv demek sorumluluk demek, canım kızım. Peki, ona gerçekten iyi bakabilir misin?”
Buket başını hafifçe eğmiş ama gözleri parlamış. İçinde kıpır kıpır bir heyecanla, “Evet,” demiş.
Ertesi gün okuldan gelir gelmez çantasını bir kenara bırakıp masasına oturmuş. Kâğıt kalemini alıp sayfaya büyük harflerle “Civcivime Bakma Planı” yazmış. Hangi saatlerde su verecek, yemini ne zaman tazeleyecek, yuvasını haftada kaç kez temizleyecek. Hepsini tek tek düşünerek yazmış.
Akşam olduğunda Buket, hazırladığı çizelgeyi elinde sımsıkı tutarak annesine götürmüş. İçinde hafif bir heyecan, yüzünde sabırsız bir gülümseme varmış.
Annesi kâğıdı dikkatle okumuş, sonra başını kaldırıp Buket’in gözlerine bakmış. “Bu gerçekten önemli bir sorumluluk,” demiş yumuşak bir sesle. “Eğer böyle özen göstereceksen, bunu düşünebiliriz.”
O gece Buket’in aklında tek bir şey varmış: Civcivine vereceği sevgi. Gözlerini kapadığında onu kucağında hayal etmiş, minik tüylerini okşarken ona “Fıstık” diye seslenmiş. Heyecandan sabaha kadar dönüp durmuş.
Ertesi gün, annesiyle birlikte mahalledeki küçük çiftliğe gitmişler. Civcivlerin bulunduğu bölüme geldiklerinde Buket’in kalbi heyecandan hızlı hızlı çarpmaya başlamış. Sarı tüyleriyle koşturup duran onlarca civciv arasında gözleri sürekli bir tanesine kayıyormuş.
Diğerlerinden biraz farklıymış bu civciv; bir gözü hafifçe küçücükmüş ama bakışı öyle sevimli, öyle içtenmiş ki. Buket hiç düşünmeden parmağıyla onu göstermiş: “Ben onu istiyorum.”

Küçük civcivi özenle kutuya yerleştirip eve getirdiklerinde, Buket’in yüzü sevinçten parlıyormuş. Gözlerinde hem heyecan hem de minicik bir şaşkınlık varmış. Fıstık, evin en aydınlık köşesine yerleştirilen pamuklu kutusuna konmuş; orası artık onun yuvasıymış.
Ertesi sabah Buket, gün doğmadan uyanmış. Sessizce yanına gitmiş, suyunu tazelemiş, yemini koymuş ve eğilip ona fısıldamış: “Günaydın, Fıstık.”
Okula gitmeden önce kapının yanında durup kutuya eğilmiş, “Görüşürüz Fıstık,” demeyi unutmamış.
Dersler biter bitmez eve koşmuş, çantasını bırakmadan doğruca Fıstık’ın yanına gitmiş.
Her geçen gün, aralarındaki bağ sessizce büyümüş; Fıstık, Buket’in sesini duyar duymaz cıvıldamaya başlamış, Buket de onun en ufacık hareketini bile anlamaya başlamış. Sanki evin içinde kelimelere ihtiyaç duymayan bir arkadaşlık filizlenmiş.
Bir gün, Buket pencerenin kenarına oturmuş, kucağında sessizce uyuyan Fıstık’ı izlerken dışarıda esen rüzgâr, perdeyi yavaşça dalgalandırmış, odanın içine tatlı bir serinlik dolmuş. Buket, başını Fıstık’a doğru eğmiş, gözlerini kapatıp içinden sevgiyle fısıldamış:
“Meğer ben bir civciv değil, kalbime bir dost istemişim.”
Ve o anda, dünya sessizleşmiş. Küçücük bir kalp, başka bir kalbi tamamlamış. Buket ile Fıstık Masalı da işte tam burada, kalbe dokunarak bitmiş.
Buket ile Fıstık Masalına benzeyen hayvan masalları okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz.
