Bir varmış bir yokmuş. Bir zamanlar büyük bir şehirde ayakkabılarını çok seven bir çocuk yaşarmış. Adı Can’mış. Can her gün farklı ayakkabılar giyermiş, onları pırıl pırıl yapar, özenle saklarmış.
Spor ayakkabılarıyla parklarda koşar, yağmur botlarıyla su birikintilerine basar, sandaletleriyle yazın sıcak günlerinde dolaşırmış. Ama bir sabah her şey değişmiş.
O sabah Can, uykulu gözlerle yatağından kalkmış. Hava biraz serinmiş, bu yüzden dolabına yönelmiş. Ayakkabılarını almak için eğildiği anda beklenmedik bir şey olmuş.
“Aaa, sonunda bizimle konuşuyorsun!” diye ince, cıvıl cıvıl bir ses duyulmuş.
Can hızla doğrulmuş, şaşkınlıkla odasına göz gezdirmiş. Kimseyi görememiş. “Kim konuştu?” diye mırıldanmış.
Bir başka ses hemen ardından gelmiş.
“Buradayız Can, tam karşında. Biz ayakkabıların!”
Can’ın gözleri kocaman açılmış. Ayakkabıları mı konuşuyormuş? Böyle bir şey mümkün müymüş?
Korkuyla geri çekilmiş ama merakı ağır basmış. Tekrar eğilip ayakkabılarına dikkatlice bakmış. Spor ayakkabıları hafifçe kıpırdamış, yağmur botları topuklarını birbirine vurmuş, sandaletler ise minik bir kahkaha atmış.
“Gerçekten siz mi konuştunuz?” diye fısıldamış Can.
Spor ayakkabıları hemen cevap vermiş.
“Tabii ki biz! Aslında her zaman konuşuyorduk ama sen bizi duymuyordun.”
Yağmur botları eklemiş.
“Bizi duyabilmek için önce gerçekten dinlemeyi öğrenmelisin.”
Can’ın şaşkınlığı gitgide büyümüş. Ayakkabıları gerçekten konuşuyor olabilir miydi? Peki ya onlarla neler konuşabilirdi? Kafası binbir soruyla dolmuş ama içten içe biliyormuş ki bu, hayatının en büyülü macerasının başlangıcıymış.
Can önce hangi ayakkabılarıyla konuşacağına karar verememiş. Hepsinin anlatacak bir şeyi varmış gibi görünüyormuş. Spor ayakkabıları heyecanla başlamış.
“Bizimle en hızlı yarışlarını hatırlıyor musun? O gün nasıl da rüzgâr gibi koşmuştun!”
Yağmur botları hemen söze girmiş.
“Bizimle en güzel çamurlu maceralarını yaşadın. Suların içinde hoplayıp zıplamayı ne kadar sevdiğini unutmadık!”
Can gülümsemiş. Gerçekten de çok eğlendiği anlar ayakkabılarının hafızasında saklıymış gibiymiş. Ama en ilginç olanı, köşede duran eski sandaletlerin söyledikleriymiş.
“Bize iyi bak Can. Biz sıradan sandaletler değiliz. Bir sırrımız var!”
Can merakla sandaletleri eline almış. Birden, ince kayışlarından altın rengi bir ışık yayılmış. Sandaletler hafifçe titremiş ve fısıldamışlar.
“Bizi giy ve gözlerini kapa. Büyülü bir yere gideceğiz.”
Can heyecanla sandaletleri ayağına geçirmiş, derin bir nefes alıp gözlerini kapatmış. O anda ayaklarının altı hafifçe titremiş ve kendini bambaşka bir yerde bulmuş.

Can gözlerini açtığında kendisini altın rengi kumlarla kaplı, pırıl pırıl parlayan bir sahilde bulmuş. Dalgalardan ışık süzülen yıldızlar yükseliyormuş. Gökyüzü masmavi, güneş parlak ve sıcakkanlı bir rüzgâr saçlarını okşuyormuş.
Denizin içinden uzun mor saçlı, gözleri deniz gibi parlayan bir kız çıkmış. İsmi Lina’ymış.
Lina gülümsemiş.
“Merhaba Can, nihayet geldin! Seni bekliyorduk.”
Can şaşkınlıkla etrafına bakınmış.
“Beni mi bekliyordunuz? Ama neden?”
Lina heyecanla anlatmış.
“Buraya gelen herkes hayal gücünü kullanarak büyülü diyarımıza bir şeyler katıyor. Ama son zamanlarda buraya kimse gelmediği için burası solmaya başladı.”
Can etrafa bakınca fark etmiş. Kumsalda bazı yerler griye dönmüş, bazı dalgalar ışıldamıyormuş.
“Ama ben ne yapabilirim?” diye sormuş Can.
Lina göz kırpmış.
“Çok basit. Hayal et! Burada her şey hayallerle canlanıyor.”
Can önce tereddüt etmiş ama sonra gözlerini kapatıp düşünmüş.
“Bu kumsalın rengârenk olmasını isterdim. Dalgalardan gökkuşağı çıkmasını ve denizin ışıl ışıl olmasını!”
Bir anda sahil altın gibi parlamış, dalgaların içinden gökkuşağı yükselmiş. Lina sevinçle zıplamış.
“Başardın Can! Senin hayal gücün burayı tekrar canlandırıyor!”
Can gülerek devam etmiş.
“Peki ya uçan balıklar olsa? Deniz yıldızları ışık saçsa?”
Tam o anda denizin üstüne kanatlı balıklar sıçramış, deniz yıldızları pırıl pırıl parlamış.
Lina kahkahalarla gülmüş.
“Harikasın! İşte bu yüzden buradaydın.”
Can saatlerce büyülü sahilde oynamış, hayal gücüyle her şeyi değiştirmiş. Ama sonra Lina üzgün bir sesle konuşmuş.
“Ama şimdi gitme vakti geldi.”
Can üzülmüş ama sandaletlerine bakınca anlamış.
“Geri dönebilir miyim?” diye sormuş.
Lina gülümsemiş.
“Elbette! Ama unutma, hayal gücünü her zaman kullanabilirsin. Sadece burası için değil, gerçek dünyanda da. Eğer hayal edersen, her şey mümkün olur.”
Can sandaletlerine sıkıca sarılmış, gözlerini kapatmış ve bir rüzgâr esmiş.
Gözlerini açtığında yatağında uzanıyormuş.
“Ne maceraydı ama!” diye fısıldamış.
Ama en güzel kısmı, gözlerini açtığında odasındaki her şeyin daha farklı görünmesiymiş. Daha renkli, daha canlı, daha heyecan verici.
Çünkü Can artık biliyormuş. Hayal ederse, her şey mümkünmüş.
Ve o günden sonra Can sadece ayakkabılarına değil, etrafındaki her şeye daha dikkatle bakmaya başlamış. Çünkü her şeyin içinde bir hikâye varmış, yeter ki dinlemeyi bilsin.
Ve böylece, Can ve Büyülü Ayakkabıları Masalının sonunda Can her günü bir macera gibi yaşamaya devam etmiş.
Can ve Büyülü Ayakkabıları Masalına benzeyen çocuk masalları okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz.