Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, büyük bir şehirde yaşayan minik bir kız varmış. Adı Defne’ymiş. Saçları omzuna kadar uzanır, gözleri gökyüzü gibi masmavi bakarmış.
Defne, apartmanların arasındaki dar sokaklarda büyümüş. Kuş sesini pencereden duyduğu kadar bilirmiş. Ağaçlara dokunmamış, çimenlerde yuvarlanmamış. Ama kalbinin bir köşesinde, hep bir merak varmış: “Köy nasıl bir yer acaba?”
Bir gün annesiyle babası, ona güzel bir haber vermiş. “Defneciğim,” demiş annesi, “Bu hafta sonu dedenin köyüne gideceğiz.” Defne’nin gözleri parlamış. İçinde kelebekler uçuşmuş gibi hissetmiş.
O sabah, güneş yumuşak sarısıyla pencereye vurmuş. Defne, heyecandan erkenden uyanmış. Küçük bir sırt çantası hazırlamış; içine bir hikâye kitabı, minik bir oyuncak tavşanı ve en sevdiği kırmızı tokasını koymuş.
Yol uzunmuş ama Defne için her şey yeniydi. Arabadan dışarı bakmış; tarlalar, ağaçlar, rüzgarda sallanan ayçiçekleri ona el sallıyor gibiymiş.
Köye vardıklarında, büyük bir sessizlik karşılamış onları. Ama bu sessizlik korkutucu değilmiş. Aksine… sanki kalbi konuşuyormuş doğayla.
Dede, kapıda gülümseyerek bekliyormuş.
“Hoş geldin, kuzum,” demiş.
Defne, dedesine sarılmış. Sarıldığında dedenin gömleği saman kokuyormuş, sıcacıktı.
Ev taştanmış. Pencereleri küçük, perdeleri inceymiş. Kapının önünde bir tekli salıncak varmış. Ve ilerde… ahırdan gelen ilginç sesler.
“Mööö!”
Defne irkilmiş.
“Ne oldu o ses?” demiş, gözleri kocaman açılmış.
Dede gülmüş.
“İnek o, kuzum. Gel bakalım, seni tanıştıralım.”
Ahıra girince, içeriye sıcak bir ot kokusu dolmuş. Kocaman kahverengi bir inek gözlerini Defne’ye dikmiş. Ağzını yavaş yavaş oynatıyormuş.
“Bu… bu koca mı?”
“Adı Fındık,” demiş dede.
“Seversen çok hoşuna gider.”
Defne temkinli yaklaşmış. Elini uzatmış. Fındık burnunu hafifçe sürtmüş avucuna.
“Ne yumuşakmış!” demiş Defne gülerek.
Sonra kıkırdamış, “Biraz da gıdıklıyor.”
Ertesi sabah Defne, güne kuş sesleriyle uyanmış.
“Cik cik cik!”
Perdeyi aralayınca pencerenin önüne tünemiş minik bir serçeyle göz göze gelmiş.
“Merhaba,” demiş fısıldayarak.
Serçe bir ötüş daha çıkarıp uçmuş.
Kahvaltıdan sonra Defne dışarı çıkmış. Etrafta koşturan tavuklar, gagasıyla toprağı eşeleyen bir horoz varmış.
“Bunlar neden durmadan yere bakıyor?”
“Yem arıyorlar,” demiş babası.
Horoz bir anda “üüürüü-üüüü!” diye ötmüş.
Defne kulaklarını kapatmış, sonra gülmeye başlamış.
“Bu saat sabah değil ki!”
Babası gülmüş.
“Burası köy, burada zaman horoza göre işler.”
Öğleden sonra Defne, küçük bir keçiyle tanışmış. Adı Boncuk’muş. Tüyleri kıvırcık, gözleri boncuk gibiymiş zaten.
Boncuk, Defne’yi görünce ipini hafifçe çekiştirmiş.
“Ben onunla yürüyebilir miyim?”
“Evet,” demiş dede, “ama yavaş yavaş.”
Defne ve Boncuk, patika yoldan birlikte yürümüşler. Yolun kenarında papatyalar açmış.
Rüzgar hafif esmiş, yapraklar fısıldaşmış.
Defne içinden, “Keşke hep burada yaşasam,” demiş.
Biraz ileride kocaman bir ağaç varmış. Gövdesi kalın, dalları göğe doğru uzanıyormuş. Altında bir kedi güneşleniyormuş. Tüyleri turuncu, patileri bembeyazmış.
“Bu da mı bir köy hayvanı?”
“Evet,” demiş dede, “adı Zeytin. Herkesin kedisi ama aslında kimsenin değil.”
Zeytin, Defne’nin yanına sokulmuş. Defne de elini uzatıp sırtını okşamış.
“Tüyleri hem sıcak, hem yumuşacık. Gibi de değil… tam da öyle.”

Akşam olunca gökyüzü turuncuya boyanmış. Defne, dedesinin bahçesinde sandalyeye oturmuş, ayaklarını uzatmış.
Küçük rüzgarlar saçlarını okşamış. İneklerin uzaktan gelen sesleri, tavukların cıvıltısı, yaprakların hışırtısı birbirine karışmış.
O an Defne’nin içi sıcacık olmuş.
Hiç tanımadığı hayvanlarla tanışmış, ilk defa toprağa basmış, sabah horoz sesiyle uyanmış, öğleden sonra bir keçiyle yürümüş.
Köyün dili sessizlikmiş ama aynı zamanda dolu doluymuş.
O gece Defne, odasında yattığında tavana bakmış.
Yıldızlar, şehirdeki gibi silik değilmiş. Göz kırpıyor gibiydi hepsi.
“İnek Fındık, keçi Boncuk, kedi Zeytin,” diye mırıldanmış.
“Ne güzel arkadaşlarım oldu.”
Gözleri kapanırken usulca gülümsemiş.
İçinden bir ses, “Yarın sabah yine serçeyle konuşurum,” demiş.
Defne köyde sadece doğayı değil, hayvanları da tanımış.
Onların seslerini, bakışlarını, huylarını fark ettikçe, kendini daha sabırlı, daha mutlu hissetmiş.
Köy, Defne için artık sadece bir yer değilmiş.
Orası, küçük kalbinin büyümeye başladığı yermiş.
Ve o gece, yıldızlar usul usul Defne’nin yorganına dokunmuş.
Uykuya sarılıp da düşlere giderken, köy rüyası fısıldamış kulağına:
“Hayvanlarla dost olursan, doğayla da konuşursun.”
Defne’nin İlk Köy Macerası Masalı burada bitmiş ama Defne’nin köy sevdası kalbinde tatlı tatlı sürüp gitmiş…
Defne’nin İlk Köy Macerası Masalına benzeyen uyku masalları okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz.
Bizleri desteklemek için instagram ve youtube hesaplarımızı takip edebilirsiniz.