Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, Efe adında meraklı mı meraklı bir çocuk yaşarmış. Efe henüz altı yaşındaymış ama içinde kocaman bir keşif arzusu varmış. En çok da babasının anlattığı o uzun göl hikâyelerini dinlemeyi severmiş. Göl deyince, aklına hep büyük bir su, yemyeşil ağaçlar ve minicik, pırıl pırıl balıklar gelirmiş.
Bir sabah, güneş yavaşça gökyüzüne çıkarken, Efe babasının sesini duymuş:
— Efe, uyan bakalım! Bugün göle gidiyoruz.
Gözlerini ovuşturmuş, biraz uykulu bir sesle sormuş:
— Göle mi? Balık mı tutacağız?
Babasının yüzünde tatlı bir gülümseme belirivermiş:
— Evet, balık tutacağız. Hem de ilk kez birlikte. Hazırlan, kahvaltıdan sonra çıkıyoruz.
Efe’nin içi kıpır kıpır olmuş. Kalbinde hem heyecan hem birazcık endişe varmış. Acaba balık tutmak zor muydu? Ya hiç balık tutamazsa? Ardından cesaretini toplamış ve hızla giyinmeye başlamış. Pantolonunu giymiş, en sevdiği kazağını seçmiş ve babasının yanına gitmiş.
Babası eski, tahta bir olta kutusunu çıkarmış. İçinde misinalar, iğneler, yedek şamandıralar varmış. Efe’ye özel küçük bir olta bile hazırlamışlar.
Annesi onları yolcu ederken, sırt çantalarına; Termos çay, sandviç, bisküvi ve yedek çorap koymuş.
— “Ayakların ıslanırsa hemen değiştir, olur mu?” diye eklemiş.
Efe başını sallamış. Annesinin ellerini sıkıca tutup, yanağına kocaman bir öpücük kondurmuş. Kız kardeşi Elif de kapının arkasından bakıp “Bana da balık getirir misin?” diye sormuş.
Efe parmağıyla söz vermiş gibi yapmış: “Getiririm tabii, hem de en güzellerini” demiş.
Yola çıktıklarında hava hâlâ serinmiş. Güneş yeni doğmuş, sokaklar sessizmiş. Efe arabanın camından dışarı bakarken ilk defa bu kadar erken kalktığına sevinmiş. Yol boyunca çok az konuşmuşlar ama sessizlik bile keyifliymiş.
Göl kıyısına geldiklerinde Efe büyülenmiş. Göl, düşündüğünden çok daha büyük, su sakinmiş. Rüzgâr suyun yüzeyinde dans ediyormuş. Babası çantasını yere bırakmış.
— Şimdi oltayı kurmamız gerekiyor. Beni dikkatlice izle, demiş.
İpe şamandıra takılmış, uca küçük bir kanca geçirilmiş. Babası bir kutu açmış. İçinde kıpır kıpır solucanlar varmış. Efe önce biraz ürkmüş ama sonra kendine güvenmiş.
— Baba, balıklar en çok bunu mu seviyor?
— Evet oğlum, balıklar en çok bunu seviyor.

Babası, oltayı göle doğru sallamış. Şamandıra suya düşerken “şıp!” diye bir ses çıkarmış. Efe dikkatle bakmaya başlamış.
Efe beklemiş, beklemiş ama hiç bir şey olmamış. Zaman, onun için biraz yavaş geçiyor gibiymiş. Rüzgâr hafif hafif esiyor, suyun üzerinde küçük halkalar oluşturuyormuş. Kuşlar ötüyor, su yüzeyinde ara sıra sıçrayan balıklar görünüyormuş.
Efe sıkılmış gibi olmuş ama sonra babası eline bir dürbün vermiş:
— Bak, şu ağaçların arasında sincap var.
Gerçekten de minicik bir sincap, bir daldan öbürüne atlıyormuş. Tam o sırada şamandıra birden batmış!
— Baba! Oynuyor!
— Bekle, bekle, bekle şimdi! Çek!
Efe oltayı çekmeye başlamış. İp ağırmış ama bırakmamış. Tüm gücüyle çekmiş. Sonunda suyun içinden gümüş gibi parlayan bir balık çıkıvermiş.
— Tuttum! Baba bak, tuttum! diye sevinçle bağırmış Efe.
— Aferin oğlum! İlk balığını tuttun!
Efe o balığı sepetin içine bırakırken kalbi küt küt atıyormuş. Hem gururluymuş hem şaşkın.
— Bir tane daha tutabilir miyim?
Efe, o an kendini bir balıkçı gibi hissetmiş. Oltasını tekrar atmış. Bir balık daha, bir tane daha. Sonra ağacın gölgesine geçip annesinin hazırladığı sandviçleri yiyip, çaylarını içmişler.
Yemek bittikten sonra Efe gölü uzun uzun izlemiş. Su kıpırtısızmış, rüzgâr sessizce esiyormuş. Yerden bir taş almış ve usulca göle atmış. Taşın düştüğü yerden halkalar yayılmış, göl o halkalarda hafifçe oynamış.
— Baba, burası çok sessiz ama çok güzel.
— Babası gülümseyerek, “Sessizlik bazen en güzel şeydir.” demiş.
Eve dönerken Efe balık sepetini kucağında taşımış. Sepet sanki altın doluymuş gibi dikkatlice tutuyormuş. Yüzünde yorgun ama çok mutlu bir gülümseme varmış.
Eve vardıklarında Elif hemen kapıya koşmuş. Merakla ikisine de bakmış, gözleri heyecanla parlıyormuş.
— Ne getirdiniz bakalım?
Efe kucağındaki sepeti yavaşça açmış. İçinde iki tane parlak balık varmış.
— İki tane! Biri senin için.
Elif sepetin içine bakınca sevinçle çığlık atmış.
— Ayy, çok güzeller, Gerçekten benim için mi tuttun?
Efe başını gururla sallamış.
— Hem de kendi ellerimle.
Annesi balıkları alıp mutfağa geçmiş. Efe ve Elif sofrayı birlikte hazırlamışlar. Çatalları dizmişler, peçeteleri katlamışlar, limonları kesmişler. Herkes bir işle uğraşmış. Mutfakta kızaran balığın kokusu yavaşça tüm eve yayılmış.
Masaya oturduklarında herkesin gözünde aynı şey varmış: Tatlı bir yorgunluk ve içten bir mutluluk.
Annesi merakla sormuş.
Nasıl geçti?
Efe bir süre düşünmüş. Sonra yavaşça gülümsemiş.
— Balık tutmak, çok güzelmiş.
Babası, Efe’nin gözlerinin içine bakarak sormuş.
— En çok neyi sevdin?
Efe biraz düşünmüş, sonra başını hafifçe yana eğmiş.
— Şamandıranın battığı anı. Sanki kalbim de onunla birlikte batıp çıktı. Ama beklemek de güzeldi. Sessizlik bile farklıydı orada.
Annesi Efe’ye sevgiyle bakmış.
— Demek ki sabretmeyi öğrenmişsin. Sabır, bazen bir balıktan daha kıymetlidir.
O gece Efe yatağına uzandığında, vücudu yorgun ama içi hala kıpır kıpırmış Göldeki sessizlik, babasının sesi, oltanın gergin ipi, şamandıranın suya dalışı. Hepsi tek tek gözlerinin önüne gelmiş.
Efe Balık Tutuyor Masalı burada biterken, Efe anlamış ki, en güzel şey balığı tutmak değilmiş. Asıl güzel olan, o anı biriyle paylaşmakmış.
Efe Balık Tutuyor Masalına benzeyen uzun masallar okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz. Sesli masallar dinlemek için ise instagram sayfamızı takip edebilirsiniz.