Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar yemyeşil dağların ardında, kuş sesleriyle uyanan, yumuşacık rüzgârların estiği bir köy varmış. Bu köyde, her sabah gülerek uyanan, başı kel ama kalbi tertemiz bir çocuk yaşarmış. Adı herkesin bildiği gibi: Keloğlan’mış.
Keloğlan annesiyle birlikte mütevazı bir evde yaşarmış. Ne çok zenginlermiş ne de yoksul, ama sofralarında hep bir tabak mutluluk, bir kaşık umut varmış.
Bir sabah, güneş henüz uyanmamışken, köyün üstünde tatlı bir esinti dolaşmış. Bu esinti sıradan bir rüzgâr değilmiş. Çiçek kokuları taşır, yapraklarla fısıldaşırmış. Adı da köyde nesillerdir anlatılan efsanevi bir şeymiş: Gül Rüzgârı.
Annesi fısıltıyla demiş ki:
— Oğlum, bu sabah burnuma bir gül kokusu geldi. Gül Rüzgârı uğradı galiba. Derler ki, kim bu rüzgârı takip ederse kalbinde saklı dileğini bulurmuş.
Keloğlan hemen gözlerini parlatmış.
— Benim bir dileğim var ana! Ama ne olduğunu ben de bilmiyorum. Belki de rüzgâr söyler!
Annesi gülümsemiş.
— Dileğini bulmak isteyenin yolu uzun, ama kalbi iyiyse, rüzgâr onu yalnız bırakmazmış.
Keloğlan heyecanla hazırlığını yapmış. Yanına biraz kuru ekmek, bir çömlek yoğurt ve annesinin sardığı üzüm yaprağı dolmaları almış. Sonra köyden aşağı, gül kokusunun peşine düşmüş.
Yol boyunca ormandaki ağaçlar hafif hafif sallanmış. Kuşlar Keloğlan’a “cik cik” diyerek yol göstermiş. Bir dere kenarına vardığında, suyun üstünde savrulan pembe bir gül yaprağı görmüş. Yaprak dönmüş, dönmüş, durmuş. Keloğlan hemen eğilip yaprağı almış.
Tam o anda bir ses duymuş. İncecik, melodik bir ses:
— Neden geldin bu yöne doğru, küçük yolcu?
Karşısında minik bir sincap duruyormuş. Kuyruğu kabarık, gözleri mercan gibi parlıyormuş.
— Gül Rüzgârı’nı takip ediyorum. Dileğimi bulmak istiyorum, demiş Keloğlan.
Sincap hafifçe başını eğmiş.
— O zaman üç duraktan geçeceksin. Her durakta bir soru sorulacak sana. Cevabın doğruysa, rüzgârın yoluna devam edebilirsin.
Keloğlan başını sallamış.
— Sor gelsin!
Sincap bir ceviz kabuğu çıkarıp içinden minik bir parıltı göstermiş.
— İlk sorum şu: Bir insana en çok ne yakışır?
Keloğlan biraz düşünmüş.
— Yeni giysi, güzel söz. Ama bence en çok gülümseme yakışır.
Sincap kıkırdamış.
— İşte doğru cevap! Rüzgâr sana bir ipucu bıraktı: Gülümseyen yol açar, surat asan yol kapar.
Sincap ağacına zıplamış, Keloğlan ise yola devam etmiş.
İkinci durakta karşısına yosunlu bir kaya çıkmış. Kayadan ince bir ses gelmiş.
— İkinci sorum şu, Keloğlan: En değerli şey nedir ama elde tutulmaz?
Keloğlan düşünmüş. Ekmek elde tutulur, su içilir. Ama annesinin sesi, sincapla konuşması, sabah güneşinin sıcaklığı.
— Zaman, demiş Keloğlan. Zaman çok kıymetli ama tutamayız.
Kaya titremiş, içinden birkaç çiçek fırlamış.
— Doğru. Zamanı güzel harcayan, dileğine yaklaşır.
Keloğlan çiçekleri eline almış. İçlerinden biri gül gibi kokuyormuş. “Rüzgâr yaklaştı,” demiş içinden.
Üçüncü durakta, Ağaçların arasında ince, üzgün bir çocuk sesi duymuş. Sanki rüzgâr taşıyormuş o sesi:
— Oyuncağım yok oldu. Kendimi ağlamamak için zor tutuyorum. Acaba onu bulabilir misin?
Keloğlan hemen sesin geldiği yöne doğru yürümüş. Ormanın içi biraz karanlıkmış ama ürkütücü değilmiş, sessizce derdini anlatan bir yer gibiymiş. Yol kenarındaki bir ağacın kovuğuna göz gezdirmiş. Elini uzatınca avucuna minik bir tahta kuş gelmiş. Sanki Keloğlan’ın onu bulmasını bekliyormuş gibi.
Keloğlan kuşa sevgiyle bakmış, sonra gökyüzüne doğru kaldırmış:
— Seni bekleyen bir kalp var. Haydi, artık dönme vakti!
Tahta kuş havaya bırakılmış. Önce yavaşça dönmüş, sonra rüzgârla birlikte süzülerek ağaçların arasına kaybolmuş. Bir an sessizlik olmuş. Sonra, yaprakların arasından sevinç dolu bir ses duyulmuş:
— İşte bu benim oyuncağım! Onu buldun! Çok teşekkür ederim!

Keloğlan gülümsediği sırada rüzgâr tekrar esmiş. Bu kez içinden hafif bir fısıltı geçmiş:
— Bir oyuncağı bulmak, bazen bir kalbi onarmaktır.
Keloğlan, üçüncü duraktan sonra biraz yorgun düşmüş. Ayakları ağırlaşmış ama kalbi hafiflemiş. Yürümüş, yürümüş, nihayet küçük bir tepenin başına varmış. Tepede tek bir ağaç varmış: dalları yere kadar uzanan yaşlı bir erik ağacı. Ama yaprakları arasında gül çiçekleri varmış.
Evet, yanlış duymamışsın. Bir erik ağacının üstünde gül çiçekleri.
Keloğlan yaklaşmış. Gül kokusu daha da artmış. O anda ağacın gövdesinden ince bir ses duyulmuş. Ne kadın sesiymiş ne de erkek. Ne yaşlıymış ne de genç. Tatlı bir melodisi varmış.
— Üç soruyu geçtin, kalbinin dileğini taşıyorsun. Şimdi sana son bir şey göstereceğim.
Ağacın gövdesinden bir pencere açılmış gibi olmuş. Pencerenin içinde parlak bir ışık belirmiş. Keloğlan dikkatle bakmış. Gördüğü şey, bir hayal değilmiş.
Kendini görmüş. Ama büyümüş halini. Başında hâlâ saç yokmuş ama gülümsemesi aynıymış. Yanında bir sürü çocuk varmış. Kimi ağlıyormuş, kimi gülüyormuş. Ama hepsi Keloğlan’ı dinliyormuş. O da onlara masallar anlatıyormuş, oyunlar kuruyormuş, bazen bir taşla kale yapıyor, bazen bir yaprağı uçurtmaya çeviriyormuş.
Arka planda annesi görünmüş. Oturmuş, sessizce onları izliyormuş. Mutlulukla, gururla.
Keloğlan’ın gözleri dolmuş.
— Dileğim buymuş demek. İnsanları güldürmek, çocuklara umut olmak, annemi hep yanımda görmek.
Ağaç yavaşça fısıldamış:
— Asıl dilek, hep içinde taşıdığın şeymiş. Sadece onu duymayı öğrenmen gerekiyormuş.
O anda rüzgâr bir kez daha esmiş. Ama bu sonuncuymuş. Gül Rüzgârı yapraklarını uçurmuş, Keloğlan’ın etrafında dans ettirmiş. Yapraklardan biri alnına konmuş, biri kalbinin üstüne.
Sonra ağacın çiçekleri yavaş yavaş dökülmeye başlamış. Her biri yere düşerken toprağa birer umut tohumu bırakmış.
Keloğlan köyüne geri döndüğünde, annesi onu evin önünde bekliyormuş.
— Gülümseyerek yolculuk nasıl geçti oğlum? demiş.
Keloğlan, annesinin elini tutmuş.
— Yolda ne ekmek bitti ne de umut. Rüzgâr bana neyi aradığımı öğretti diyerek, başından geçenleri anlatmış.
O günden sonra Keloğlan köydeki tüm çocuklarla daha çok zaman geçirmiş. Onlara kendi yaptığı tahta kuşları hediye etmiş. Bir gün üzgün olan bir çocuğa şunu demiş:
— Oyuncağını kaybetmiş olabilirsin ama unutma, gülümsemeni bulduğunda her şey yeniden başlar.
Ve Keloğlan Masalından sonra her ilkbaharda köyün çocukları rüzgârı dinlemiş. Gül kokusu taşıyan bir esinti hissettiklerinde herkes bilmiş ki: Keloğlan yine bir çocuğun dileğine yol gösteriyormuş.
Ve belki bir gün, sen de o rüzgârı duyarsan, Bir gül yaprağı omzuna konarsa, İçinden bir dilek geçir. Çünkü Keloğlan hâlâ yollardaymış.
Keloğlan Masalına benzeyen uzun masallar okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz. En yeni sesli masalları dinlemek için ise youtube kanalımızı takip edebilirsiniz.