Bir varmış, bir yokmuş. Gökyüzünün serin serin gezinen bulutlarının arasında Minik adında ufacık bir yağmur damlası yaşarmış. Bu damla, denizlerin sıcak günlerde göğe gönderdiği buharlardan oluşmuş; bembeyaz bir bulutun içine doğmuş.
Minik, ilk oluştuğunda kendini çok özel hissetmiş. Çünkü gökyüzü ilk kez bu kadar geniş ve renkliymiş ona göre. Diğer damlalarla bulutun pamuk gibi kıvrımlarında sekerek oynamış, sabahları güneşin sarı ışıklarında dans etmiş. Ama zaman geçmiş, gökyüzü gün be gün ısınmaya başlamış. Yaz iyiden iyiye gelmiş.
Bir sabah, Minik bulutun kenarına usulca sokulmuş. Aşağıya bakmış ama yer yüzü buğulu bir camın ardından izlenir gibiymiş. İçinde bir sıkıntı hissetmiş, anlam verememiş. Kendi kendine mırıldanmış:
“Yine inmiyorum… Yaz geldi ama hâlâ buluttayım. Diğer damlalar çoktan yere inmiş olmalı. Ben ne zaman kavuşacağım toprağa?”
Yanındaki genişçe bir su damlası, bulutun yumuşak kıvrımından seslenmiş:
“Her şey aceleyle olacak diye bir kural yok Minik. Bazen beklemek de bir yolculuktur. Ben buradan yer yüzünü izlemeye bayılıyorum. Bak şuraya, şu lavanta tarlası sabah rüzgârında dans ediyor!”
Minik başını eğmiş, bulutun kenarından bir kez daha aşağı bakmış. Gerçekten de aşağısı rengârenkmiş. Uçsuz bucaksız kırlar, çiçekler, ağaçların yeşili… Her şey yerli yerindeymiş ama sanki dokunamayacağı kadar uzaktaymış.
İçinde bir karışıklık oluşmuş. Hem merak ediyor hem de durup izlemeye başlıyormuş. Gözleri bazen uzaklara dalıyor, bazen kendini tekrar bulutların arasına bırakıyormuş. “Beklemek sıkıcıymış gibi gelir bazen,” demiş içinden, “ama belki de bana başka bir şey öğretiyordur.”

Günler böyle geçmiş. Minik artık yalnızca yağmayı beklememiş, izlemeyi de öğrenmiş. Güneşin batarken gökyüzüne yaydığı renkleri fark etmiş. Gökkuşağına yakından bakabilmiş. Rüzgârın bulutları nasıl şekilden şekle soktuğunu izlerken içi hafiflemeye başlamış.
Derken bir gün, gökyüzü yavaşça kararmaya başlamış. Havanın serinliği bulutlara kadar ulaşmış. Rüzgâr yönünü değiştirmiş ve kuşlar biraz daha hızlı uçmaya başlamış. Minik, havadaki değişikliği hemen fark etmiş. Kalbi küçük küçük atmaya başlamış.
“Bu… bu bir yaz yağmuru mu acaba?” diye düşünmüş.
Gökyüzü birden griye dönmüş. Uzaklarda gök gürlemiş. Diğer damlalar heyecanla birbirlerine sarılmış. Minik önce biraz ürkmüş ama sonra gözlerini kapatıp içinden kocaman bir nefes almış. Bu, onun anıymış.
Rüzgâr, Minik’i yavaşça alıp aşağı taşımış. Minik önce bir yaprağın ucuna değmiş, sonra bir çiçeğin ta ortasına konmuş. Toprak, suya susamış gibi onu içine çekmiş. Her şey, tam da düşlerinde olduğu gibiydi. Çimenler yumuşacık, çiçekler kokulu, böcekler neşeyle koşturuyormuş.
Minik, toprağın kalbine doğru süzülürken etrafındaki hayatı seyretmiş. Karıncalar yaprak taşıyormuş, kelebekler kanatlarını çırpıyormuş. Bir papatya usulca eğilip, Minik’in düşmesini selamlamış.
“Meğer beklediğim her gün, beni buraya hazırlıyormuş,” diye geçirmiş içinden. “Gökyüzünde öğrendiklerimle toprağa dokunmak… işte bu gerçek mutlulukmuş.”
Ve o gün, toprağın içinde kaybolan minicik bir damla, beklemeyi öğrenmiş; bakış açısını değiştirmenin nelere dönüşebileceğini kalbinde hissetmiş.
Minik Su Damlası Masalına benzeyen kısa masallar okumak için bağlantıya tıklayabilir, yarınki masal başlığımızı seçmek için instagram sayfamızı ziyaret edebilirsiniz