Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, ağaçlarla kaplı kocaman bir ormanın kenarında, Elif adında tatlı mı tatlı bir çocuk yaşarmış. Elif’in saçları dağ çileği gibi kırmızıya çalarken, gözleri orman gölgesi kadar yeşilmiş.
En sevdiği şey, annesiyle birlikte piknik yapmakmış ama pikniği biter bitmez her şeyi olduğu yere bırakır, çöpleri toplamayı unuturmuş.
Elif bir gün, annesiyle birlikte yine ormanın kenarına gelmiş. Rengârenk örtüsünü çimenlerin üzerine sermiş, sepetindeki meyveleri birer birer çıkarmış. Üzümlerini yemiş, elmasının yarısını bırakmış, kabukları toprağa gelişigüzel fırlatmış.
O sırada uzakta bir kelebek görünce sevinçle ayağa fırlamış ve çöplerini orada bırakıp koşarak peşine gitmiş.
Ancak Elif’in fark etmediği bir şey varmış: Ağacın en yüksek dalında, güneş ışığıyla parlayan yaşlı bir yaprak, onu sessizce izliyormuş. Bu yaprak, ormanın en eski çınarının kalbinden gelen Yeşil Yaprak’mış. Yıllar boyunca nice çocuk görmüş ama hiçbiri Elif kadar meraklı ve bir o kadar da dalgın olmamış.
Yeşil Yaprak, Elif’in meyve kabuklarını gelişi güzel toprağa fırlatıp oyun peşinde koştuğunu izlerken içi burkulmuş. Daha önce de pek çok çocuk aynı şeyi yapmış ama hiçbiri onu fark etmemiş. Belki de bu kez, Elif onun sesini duyabilir, kalbini açabilirmiş.
“Belki,” demiş içinden, “bu defa bir çocuk, ormanı gerçekten anlayabilir.”
Yaprak, yere süzüle süzüle inmiş. Elif, birden durup etrafına bakınmış. Çimenlerin üzerine konmuş o yaprağın rengi o kadar parlak, o kadar canlıymış ki gözlerini alamamış. Sanki biraz önce yere düşmemiş de orada onu bekliyormuş gibiymiş.
Usulca eğilmiş, yaprağı parmaklarının ucuyla alıp avucuna koymuş. Başını yana eğerek dikkatle incelemiş.
“Ne güzel bir yapraksın,” demiş fısıltıyla. “Sanki yaşıyor gibisin.”
Tam o anda incecik bir rüzgâr esmiş. Elif’in avucundaki yaprak hafifçe titremiş. Ama bu titreme rüzgâr değilmiş. Elif’in kalbi hafifçe hızlanmış. Çok hafif bir ses duymuş, sanki fısıltı gibi:
“Ben ormanın kalbinden geldim.”
Elif irkilmiş, gözleri kocaman açılmış. Ama korkmamış. O sesi duymak onu ürkütmek yerine meraklandırmış.
“Sen, sen konuştun mu?” diye fısıldamış. Etraf sessizleşmiş ama yaprak biraz daha kıpırdayarak yeniden konuşmuş:
“Evet. Ama konuşmak için değil, göstermek için geldim. Gel, birlikte yürüyelim mi?”
Elif şaşkınlıkla etrafına bakmış. Ama ormanda başka kimse yokmuş. Sadece o ve bu tuhaf, güzel yaprak varmış. Bir an tereddüt etmiş ama sonra başını sallamış.
“Peki, gidelim.”
Yaprağı iki elinin arasına alıp göğsüne yaklaştırmış. Küçük adımlarla ormanın içine doğru yürümeye başlamış. Daha dikkatli bakıyormuş şimdi. Ezilmiş çiçekler, toprağa saplanmış plastik çatallar, yarısı içilmiş meyve suları birer birer gözünün önüne çıkmış.

“Elif” demiş yaprak, “bunların çoğu insanların bıraktıkları. Bazıları farkında bile olmadan yapıyor. Ama orman onları unutmuyor.”
Elif’in içi burkulmuş. “Bunlar, burada hep böyle mi duruyor?”
“Evet,” demiş yaprak. “Rüzgâr taşımaz, yağmur temizlemez. Doğa, sadece biz ona iyi davrandığımızda kendini iyileştirir.”
Elif yürürken, ayağının ucuyla ezilmiş bir papatyaya dokunmuş. O an içi cız etmiş.
“Ben de böyle şeyler yaptım, değil mi?”
Yaprak sessiz kalmış ama Elif zaten biliyormuş. Çantasının cebinden kâğıt mendil çıkarıp yere atılmış bir ambalajı toplamış. Ardından bir tane daha.
“Üzgünüm,” demiş yavaşça. “Ama artık böyle davranmayacağım. Söz veriyorum.”
Ormanları Koruyalım Masalından sonra Elif, ormana her gelişinde yanında küçük bir torba getirir olmuş. Önce kendi çöplerini toplamış. Sonra bir gün, bir ağacın dibinde unutulmuş bir plastik şişeyi görünce duraklamış. Eğilip onu da almış.
Zamanla yürürken gözleri hep yerde dolaşmaya başlamış. Ezilmesin diye çiçeklere dikkat etmiş, rüzgârla savrulmuş bir kâğıdı bile fark eder olmuş. Artık ormanda yalnızca gezen bir çocuk değil; duyan, gören ve hisseden biriymiş.
Ormanları Koruyalım masalına benzeyen 5 yaş masallarını okumak için buraya tıklayabilirsiniz. Yarınki masalımızı seçmek için ise instagram hikayemizdeki ankete oy verebilirsiniz.