Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, Ela adında gözleri merakla parlayan bir kız çocuğu yaşarmış. Ela’nın yaşadığı köyde deniz yokmuş; sadece rüzgârla eğilen buğday tarlaları ve uzakta maviye çalan dağlar varmış. Ama Ela, kitaplarda gördüğü denizin kokusunu, sesini ve rengini hayal etmekten hiç vazgeçmemiş.
Bir sabah, annesi kahvaltıdan sonra yanına oturmuş ve kulağına tatlı bir sır fısıldamış: “Hazırlan bakalım Ela, bugün Samsun’a gidiyoruz.”
Yolculuk başlamış. Ela otobüsün cam kenarına yerleşmiş, gözlerini dışarıdan ayıramamış. Ağaçlar birer gölge gibi kaymış geriye, tepeler yumuşakça uzanmış gökyüzüne. Bulutlara şekiller vermişler annesiyle; biri deveye benzemiş, biri pamuk şekere. Yol boyunca içindeki kıpırtı büyümüş, kalbindeki merak tatlı bir heyecana dönüşmüş.
Otobüs bir tepenin yamacına tırmanırken, Ela birden gözlerini kısmış. Gördüğü şey o kadar büyüleyiciymiş ki nefesi kesilmiş. Masmavi bir deniz, gökyüzüne dokunuyormuş sanki. Güneş, suyun yüzeyinde altın sarısı parıltılar serpmiş; her ışık, Ela’ya göz kırpıyor gibiymiş. Fısıltıyla, “Anne… bu gerçekten deniz mi?” demiş. Annesi gülümseyip başını sallamış, “İşte Samsun, canım,” demiş sakince.
Otobüs şehir merkezine varınca ilk durakları Atatürk Anıtı olmuş. Ela, heykelin önünde durmuş, başını yukarı kaldırıp sessizce bakmış. Atın üstündeki komutanın kararlı bakışları içini tuhaf bir şekilde etkilemiş. Annesi diz çöküp onunla göz hizasına gelip, “Bu heykel, Samsun’un başlangıcını anlatır,” demiş. Ela hiçbir şey söylememiş ama göğsünde derin, sessiz bir saygı hissetmiş.
Anıtın çevresindeki merdivenlerden inip kısa bir yürüyüşle sahile varmışlar. Martı sesleri gökyüzünü doldurmuş, hafif bir yosun kokusu rüzgârla birlikte burnuna dolmuş. Ela ayakkabılarını çıkarıp kumların üzerine basmış, parmaklarının arasından geçen serinliğe gülümsemiş. Dalgalar nazikçe kıyıya çarpıyor, bazen sıçrayarak ayak bileklerine dokunuyormuş.

O sırada yerde parlak, yassı bir taş bulmuş. Eğilip onu almış, avucuna koymuş ve mırıldanmış: “Bu Samsun’un hatırası olacak.”
Biraz dinlendikten sonra tekrar yola koyulmuşlar. Bu kez sahil boyunca yürüyüp teleferik durağına ulaşmışlar. Ela, kabine ilk bindiğinde hafifçe tedirgin olmuş ama manzara gözlerinin önüne serilince içindeki korku dağılmış. Yukarıdan deniz, şehir ve yemyeşil parklar küçücük görünüyormuş. Her şey sanki sessizleşmiş, dünya daha yavaş dönüyormuş oradan bakınca. Ela, “Yukarıda olmak, kalbimi hafifletiyor,” demiş kendi kendine.
Teleferikten indiklerinde gün biraz yorgun ama hâlâ neşeliyken, soluğu bir çocuk parkında almışlar. Ela, dondurmasını yerken diğer çocukların oyunlarını izlemiş. Salıncaklar gökyüzüne doğru yükselmiş, kahkahalar havada birbirine karışmış. Ela, kendini yalnız hissetmemiş çünkü herkesin gözlerinde aynı ışık varmış: oyun oynamanın sevinci. O an anlamış ki şehirler değişse de çocukların gülüşü her yerde aynıymış.
Akşam çökerken otobüse binmişler. Ela, cama yaslanmış başını, son bir kez denize bakmış. Gözleri kapanmak üzereyken, “Anne,” demiş usulca, “Bir gün yine geliriz, değil mi?” Annesi yalnızca Ela’nın elini tutmuş, cevap vermeden gözlerinin içiyle gülümsemiş.
Samsun Gezisi Masalının sonunda, Ela yatağına uzandığında başucundaki taşı avucunun içine almış.
Ve içinden yumuşacık bir cümle geçmiş:
“Bugün kalbime bir şehir değdi.
Samsun Gezisi Masalına benzeyen, uyku masalları okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz. Anne sesiyle masal dinlemek için instagram sayfamızı takip edebilirsiniz.