Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, ağaçların gölgesine kurulmuş, rüzgârın sessizce estiği küçük bir kasabada dört kişilik mutlu bir aile yaşarmış. Bu ailenin en küçüğü Yusuf adında hareketli, meraklı bir çocukmuş. Ondan biraz daha büyük bir ablası varmış, adı Lina’ymış. Anneleri Zeynep Hanım çok anlayışlı, babaları Mehmet Bey ise çok güleryüzlü bir adammış.
Yusuf oyun oynamayı çok severmiş ama konu sebzeler olunca hemen suratını asarmış. Bezelye görünce tabağını itermiş. Havuç geldiğinde hemen kaşığını bırakır, brokoliyi görünce kafasını çevirirmiş. “Sebzeler acayip kokuyor,” dermiş. “Ben sadece makarna istiyorum!”
Ablası Lina ise sebzeleri çok severmiş. Tabağı her zaman yeşil, turuncu ve kırmızı sebzelerle dolu olurmuş. “Ben sebzeleri yediğimde kendimi daha enerjik hissediyorum,” dermiş. Yusuf ise tabakta yalnızca ekmek olsa daha mutlu olurmuş.
Anneleri, bir akşam sofraya sebze çorbası getirmiş. Üzerinden dumanlar çıkan çorbanın mis gibi kokusu bütün mutfağı sarmış. Babaları da işten dönüp sofraya oturmuş. Herkes çorbayı içmeye başlamış ama Yusuf hemen burnunu tutmuş. “Bu çorba boya gibi kokuyor,” demiş.
Anneleri hafifçe gülümseyerek Yusuf’a dönmüş. “Kokusu farklı olabilir Yusuf, ama faydası çok büyük. İstersen sana bir hikâye anlatayım,” demiş.
Yusuf’un gözleri parlamış. “Hikâyede ben de olacak mıyım?” diye sormuş.
“Evet,” demiş anneleri. “Senin gibi bir çocuk varmış. Sebzeleri hiç sevmezmiş. Tabağında yeşil bir şey görünce hemen kaşığını bırakırmış. Ama bir gün hastalanmış. Çok halsizmiş, hiçbir şey yapmak istememiş. Annesi onu doktora götürmüş.”
Yusuf dikkatle dinlemiş. “Doktor ne demiş peki?”
Annesi, “Doktor şöyle demiş,” diye devam etmiş. ‘Vücudundaki minik askerler çok yorulmuş. Onlara yardım edecek yiyecekleri yemiyorsun. Sebzeler, bu askerlerin kalkanı, enerjisi, gücüdür.’”
Yusuf biraz düşünmüş. “Nasıl yani, sebzeler askerlerin yemeği mi?”
Babası gülümseyerek söze katılmış. “Ben senin yaşındayken her gün bir havuç yerdim. Gözlerim iyi görsün diye.”
Ablası Lina da eklemiş: “Ben brokoli yediğimde karnım hiç guruldamıyor. Koşarken daha az yoruluyorum.”
Yusuf bir süre sessiz kalmış. Sonra yavaşça kaşığını çorbasına uzatmış. Bir kaşık alıp tadına bakmış. “Hmm, bu fena değilmiş,” demiş.

Ablası gülümsemiş. “İlk adımını attın Yusuf!”
Ertesi gün annesi mutfakta havuç doğruyormuş. Yusuf yanına gelmiş. “Ben rendeleyebilir miyim?” diye sormuş.
Annesinin yüzü aydınlanmış. “Elbette!” demiş. “Bugün havuçlu mücver yapacağız.”
Ablası da masayı hazırlamış, tabaklara minik süsler koymuş. Sevinçli bir şekilde “sebzeler bugünkü konuklarımız,” demiş.
O gün sofrada Yusuf’un tabağı da rengârenk olmuş. Havuçlar, kabaklar, biraz da bezelye. Ardından gülerek “Bugünlük bu kadar kahraman yeter,” demiş. “Brokoliye henüz hazır değilim.”
Zamanla Yusuf en çok kabak yemeğini sever olmuş. Havuçla sıkı dost, bezelyeyle iyi arkadaş haline gelmiş. Brokoli hâlâ en zorlandığı sebzeymiş ama eskisi kadar kaçmıyormuş. “Onunla özel bir günüm olacak,” dermiş gülümseyerek.
Bir akşam, Yusuf tabağındakilerin hepsini yemiş. Babası gözlerini büyütmüş. “Artık soframızda eksik yok. Yusuf da aramıza katıldı,” demiş.
Yusuf başını sallamış. “İçimdeki askerleri aç bırakmamalıyım. Onlara destek olmalıyım,” demiş.
O gece Yusuf yıldızlara bakarken usulca iç geçirmiş. “Ben artık büyüyorum,” demiş kendi kendine. “Hem de içimdeki kahramanlarla birlikte.”
Battaniyesine sarılmış. Gözlerini yavaşça kapatmış. Rüyasında havuçlardan yapılmış yollar, kabaklardan yumuşacık sandalyeler, brokolilerden gölgeli ağaçlar varmış.
Tüm sebzeler onu alkışlamış. Minik askerler el ele verip ona şöyle demiş: “Teşekkür ederiz Yusuf. Bizi hiç unutmadın.”
Ve Sebze Sevmeyen Çocuk Masalı burada tatlı bir tebessümle sona ermiş. Bu masaldan sonra gökyüzü sessizleşmiş, çocuklar mışıl mışıl uyumuş. Ve renkli sebzeler, tabaklarda usulca gülümsemiş.
Sebze Sevmeyen Çocuk Masalına benzeyen uzun masallar okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz. Bugün yayımladığımız sesli masal kitabımızı dinlemek için youtube kanalımıza göz atabilirsiniz.