Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, ormanın kenarına kurulmuş sessiz bir köyde, kendi kendine oynamayı seven bir çocuk yaşarmış. Bu çocuk ne fazla konuşurmuş ne de kalabalıkta rahat edermiş. İnsanlarla hemen kaynaşamaz ama doğayla kolayca anlaşırmış. Adını pek bilen olmazmış, çünkü o genelde sessiz kalırmış.
Köyde herkes ona “Sessiz Çocuk” dermiş; çünkü o en çok ağaçların gölgesinde oturmayı, yere düşen yapraklara bakıp kendi kendine sessizce hayaller kurmayı severmiş.
Bir sabah, okuldan dönerken farklı bir yol denemek istemiş. Her zaman kullandığı kestirme sokak yerine, çam ağaçlarının arasına uzanan sessiz patikaya yönelmiş. Patika hem serinmiş hem de huzurluymuş; kuşlar dalların arasında ötüyor, hafif bir rüzgar kulağına tatlı tatlı esiyormuş.
Tam o sırada, yerde parlayan minicik bir tüy gözüne takılmış. Ne tam beyazmış ne de gri; sanki ışık değiştikçe rengi de değişiyormuş.

Tüyü eline almış ve gözlerini kapatarak usulca dilek dilemiş: “Keşke sihirli bir gücüm olsaydı.”
O anda burnunun ucunda hafif bir kaşıntı hissetmiş, sanki görünmeyen bir şey onu usulca dürtüyor gibiymiş. Ardından avucundaki tüy yavaşça parlamaya başlamış. Parıltısı ne göz alıcıymış ne de korkutucuymuş; tam tersine, içini ısıtan bir tanıdıklık varmış.
Eve döndüğünde hiçbir değişiklik yokmuş. Ayakkabılarını çıkarmış, çantasını sessizce sandalyeye bırakmış. Mutfaktaki tabaktan bir dilim kek alıp odasına geçmiş.
Keki masasının üstüne koyarken masa örtüsünün kaydığını fark etmiş. Eğilip örtüyü düzeltmek istemiş ki. o an beklenmedik bir şey olmuş. Kumaş hafifçe titremiş, ardından kendi kendine kıvrılıp düzelmeye başlamış. Örtü, sanki görünmeyen bir el tarafından düzeltiliyormuş gibi yavaşça katlanmış.
Sessiz Çocuk olduğu yerde kalakalmış. Gözleri fal taşı gibi açılmış ama sesi çıkmamış. Sadece fısıltıyla sormuş: “Bu, bu gerçekten oluyor mu?”
Bir süre masa örtüsüne, sonra ellerine, en son da cebindeki tüye bakmış. Tüy hâlâ oradaymış, ama sanki daha parlak görünüyormuş. Ne yapacağını bilememiş, kimseye anlatamamış. O gece yatağına uzandığında gözlerini kolayca kapatamamış. Çünkü belki de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacakmış.
Ertesi sabah uyanır uyanmaz eli cebine gitmiş. Tüy hâlâ oradaymış. Parlamıyormuş ama parmaklarının ucunda tanıdık bir sıcaklık varmış. O an, dün akşam yaşadığı şeyin oyun ya da hayal olmadığını içinde bir yerlerde hissetmiş. Yine de tam emin olamayıp, küçük bir deneme yapmaya karar vermiş.
Odada yalnızmış. Masasının başına geçmiş, kalemini dikkatle karşısına koymuş. Bir süre sadece sessizce bakmış. Sonra gözlerini kapatıp içinden: “Şimdi sadece kıpırdasın.”
Kalem uzun süre yerinden oynamamış. Sessiz Çocuk gözünü kırpmadan beklemiş. Tam vazgeçmek üzereyken, kalemin ucu hafifçe titremiş. Ardından yavaşça yuvarlanmış ve masanın ucuna kadar gelip durmuş.
Sessiz Çocuk’un gözleri büyümüş. Kalbi hızla atmış ama korkmamış. Sanki içinden bir şey sessizce gülümsemiş. Demek ki, bu güç gerçekten varmış. Ve artık onunlaymış.
O gün başka bir deneme yapmamış. Kalemi yerine koymuş ve sessizce camdan dışarı bakmış. İçinde yavaş yavaş bir şeyler büyüyormuş; hem merak, hem sevinç, hem de biraz gizem. Ertesi sabah ise okulda farklı bir şey olmuş.
O gün sınıfça güzel bir belgesel izleyeceklermiş. Perdeler çekilmiş, lambalar kapatılmış. Herkes heyecanla sırasına oturmuş. Öğretmen projeksiyonun başına geçmiş, düğmeye basmış ama ekranda hiçbir şey belirmemiş. “Galiba fişi tam oturmadı,” demiş kendi kendine.
Birkaç çocuk da ayağa kalkıp yardım etmek istemiş. Tuşlara basılmış, kablolar kontrol edilmiş ama cihaz yine de çalışmamış. Sınıfta yavaş yavaş mırıldanmalar başlamış. “Bozuldu galiba,” diyenler olmuş. Bazı çocuklar iç geçirip perdelerin neden çekildiğini sorgulamış. Hatta birkaçı umutla tekrar ekrana bakmış ama hâlâ karanlıkmış.
Bu sırada Sessiz Çocuk hiç kıpırdamadan oturuyormuş. Herkes ekranla uğraşırken, o sadece izliyormuş. Sonra gözlerini kapatıp, yavaşça elini cebine götürmüş. İçinden sessizce: “Şimdi çalış, hepsi çok bekledi.”
Tam o anda cihazdan ince bir ışık süzülmüş. Ekran hafifçe titremiş, ardından görüntü yavaş yavaş belirmeye başlamış. Belgeselin açılış müziği duyulmuş, sınıfın havası bir anda değişmiş. Çocuklar sevinçle kıpırdanmış, bazıları alkışlamış bile.
Öğretmenleri şaşkınlıkla cihazın başına dönmüş, bir süre ekrana bakmış. Sonra hafifçe gülümseyerek,
“Sanırım, kendi kendine düzeldi,” demiş. Ve yerine geçmiş.
Ders bitince herkes bir anda toparlanmaya başlamış. Çantalar kapanmış, sandalyeler gıcırdamış. Ayak sesleri arasında konuşmalar, gülüşmeler yükselmiş. Ama Sessiz Çocuk yerinden kalkmamış. Sadece oturmuş, kımıldamadan etrafı izlemeye başlamış.
O sırada, sınıfta pek konuşmayan başka bir çocuk yanına gelmiş. Yavaşça yaklaşmış, hiçbir şey söylemeden sıraya oturmuş. Defterini açıp karaladığı bir resmi göstermiş. Resimde herkes kalabalık halinde oynarken, bir köşede tek başına oturan biri varmış. Sessiz Çocuk kendini görmüş gibi hissetmiş.
Bir süre öylece durmuşlar. Sonra çocuk elini masaya koyup gözlerini kapamış. Masanın üstündeki silgi yavaşça Sessiz Çocuk’a doğru kaymış. Sessiz Çocuk’un gözleri büyümüş, diğer çocuk gülümseyip hafifçe başını sallamış. Sanki “Ben de senin gibi biriyim” diyormuş.
Sessiz Çocuk Masalı burada biterken, ikisi de ceplerindeki tüylere dokunmuş. Tüyler aynı anda hafifçe parlamış. İlk kez birbirlerinin gözlerine bakmışlar ve sessizce gülümsemişler. Artık sessizlikleri yalnızlık değil, arkadaşlık olmuş.
Sessiz Çocuk Masalına benzeyen uzun masallar okumak için bağlantıya tıklayabilir, masal isteklerinizi iletmek için instagram sayfamıza yazabilirsiniz.