Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, insanların kalplerini dinlemeyi unuttuğu küçük bir kasabada Efe adında bir çocuk yaşarmış. Efe, kulaklıklarını hiç çıkarmazmış.
Müzik dinlerken mutlu olur, dışarıdaki sesleri duymadan kendi dünyasında yaşarmış. Okula giderken, parkta oynarken, hatta evde ailesiyle birlikteyken bile kulaklıkları hep kulağındaymış.
Efe konuşkan biri değilmiş. Sınıf arkadaşları onunla oynamak istermiş ama o, kulaklıklarını gösterip sessizce uzaklaşırmış. Annesi bazen yanına oturup “Bugün neler yaptın?” diye sormaya çalışır, ama Efe sadece başını sallar, müziğin sesini biraz daha açarmış.
Bir gün, okul çıkışında parkta yürürken bir bankta unutulmuş gibi duran eski bir kulaklık dikkatini çekmiş. Rengi solmuş, kablosu biraz bükülmüş ama tuhaf bir şekilde içinden tatlı bir parıltı yayılıyormuş.
Merakla kulaklığı alıp kulağına takmış. Müzik başlamamış. Ama parkta oynayan çocukların kahkahaları, kuşların cıvıltısı ve bir ağacın altındaki kızın sessizce ağlayışı bir anda duyulmaya başlamış.
Efe ne olduğunu anlayamamış. Kulaklık müzik değil, insanların duygularını duyuruyormuş. Ağlayan kıza yaklaşınca, kulaklığından usulca dökülen cümleleri duymuş: “Keşke annem bugün de yanıma gelseydi.”
Efe donup kalmış. Hiç böyle bir şey yaşamamış. Kulaklığı çıkarınca her şey normale dönmüş. Ama taktığında yeniden o sessiz ama derin duyguları duymaya başlamış.
Ertesi sabah Efe, sihirli kulaklığı özenle çantasına koymuş ve okula gitmiş. Sınıfa adım attığında, gözleri öğretmenine takılmış. Kulaklığı kulağına taktığında, içinden yorgun bir iç çekiş duyulmuş: “Bugün sadece biri bile beni anlamaya çalışsa yeter.”
Efe olduğu yerde kalakalmış. İlk kez bir yetişkinin kalbinin bu kadar kırılgan olduğunu fark etmiş. Sessizce sırasına geçmiş ama bu kez, her zamanki köşeye değil, sınıfın en hareketli çocuğu Can’ın yanına oturmuş. Kulaklıktan yumuşak bir fısıltı süzülmüş: “Keşke biri beni gerçekten arkadaş olarak görse.”

O anda Efe’nin içinde daha önce hiç hissetmediği bir şey kabarmış. Gözleri dolmuş ama bu kez müzikten değil, gerçekten hissettiği duygulardan. Kalbi usulca konuşmaya başlamış sanki. O an fark etmiş ki; bazen insanlar sessiz kalırmış ama içlerinde kocaman cümleler olurmuş.
O günden sonra Efe, sınıfa her girdiğinde bakışları daha dikkatli olmuş. Kulaklığını taktığında sessiz oturanların, çok gülenlerin, yaramazlık yapanların iç dünyasından küçük fısıltılar duyarmış. Her birinin içinde söylenmemiş bir duygu saklıymış.
Ama günler geçtikçe kulaklığı daha az takar olmuş. Çünkü artık birinin yüzüne bakarak da onun ne hissettiğini anlayabiliyormuş. Dinlemek sadece duymak değilmiş; bazen bir bakış, bir duruş, her şeyi anlatırmış.
Bir akşam annesiyle birlikte otururken annesi sormuş:
“Efe, eskiden kulaklığını hiç çıkarmazdın. Şimdi neden takmıyorsun?”
Efe hafifçe gülümsemiş, gözleri yumuşamış:
“Çünkü artık müzikten çok, insanların kalbinden gelen sesleri duymayı seviyorum,” demiş.
O gece Efe, kulaklığı yastığının altına koymuş. Ama kulağına hiç takmamış. Işıkları kapatmış, battaniyesine sarılmış ve gözlerini kapatmış. Kulaklıktan bir ses gelmemiş bu kez. Çünkü artık her ses, Efe’nin içinden geliyormuş.
Ve Sihirli Kulaklık masalından sonra, dünya biraz daha anlayışlı, biraz daha huzurluymuş. Çünkü bir çocuk, kulaklarını değil, kalbini açmayı öğrenmiş.
Sihirli Kulaklık Masalına benzeyen kısa masallar okumak için bağlantıya tıklayabilir, yarınki masalı belirlemek için instagram hikayemizdeki ankete oy verebilirsiniz.
