Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, denizin kıyısındaki yüksek kayalıklarda Lila adında genç ve güzel bir martı yaşarmış. Lila’nın tüyleri bembeyaz, kanatlarının uçları hafifçe griymiş.
Her sabah uzun uzun tüylerini düzelten, parlayan kanatlarını suya bakarak kontrol eden Lila, güzel görünmeyi çok severmiş. “Ne olursa olsun, zarif durmalıyım,” dermiş.
O yaz güneş her zamankinden daha yakıcıymış. Rüzgâr bile sanki sıcak nefesler üflüyormuş. Lila yuvasının gölgesine çekilir, “Bu sıcakta uçarsam tüylerim bozulur, yapış yapış olur. Hem terlerim, hem de güzel durmam,” diye kendi kendine mırıldanırmış. Gagasıyla kanatlarını düzelttikten sonra keyifle gölgesine yerleşirmiş.
Her sabah arkadaşları yanına gelir, “Lila, haydi denize! Sular buz gibi, çok eğleneceğiz,” derlermiş. Lila tatlı bir gülümsemeyle, “Siz beni kandırıyorsunuz.
Böyle sıcakta su nasıl serin olabilir? Hem ıslanırsam bütün tüylerim berbat olur,” dermiş. Arkadaşları gökyüzünde dönerek denize dalar, kahkahalarla oynarmış. Lila ise onları izler ama içinden “Bu kadar sıcakta ne işleri var orada?” diye geçirirmiş.
Günler böyle geçerken, Lila’nın içinde hafif bir merak filizlenmiş. Arkadaşlarının neşesi uzaktan bile hissediliyormuş. Ama o, “Benim rahat köşem varken neden risk alayım?” diye düşünerek gölgesinde kalmaya devam etmiş.

Bir sabah yuvasındaki yiyecekler bitmiş. Karnı öyle guruldamış ki gölgede oturmaya dayanamaz olmuş. “Tamam… Tüylerim bozulacak ama aç kalamam,” diyerek kanatlarını açmış. Sıcak hava yüzüne çarpmış ama açlık onu durdurmamış. Kayalıkların kenarından süzülürken, ani bir rüzgâr kanadını savurmuş ve dengesini kaybedip denize düşmüş.
Başta panikle çırpınmış. “Ah tüylerim!” diye düşünmüş. Ama birkaç saniye sonra suyun serinliği bütün vücuduna yayılmış. Tuzlu damlalar tüylerinin arasından akarken, kalbinde garip bir ferahlık hissetmiş. “Bu… bu muhteşem!” diye fısıldamış. Sıcak, yerini tatlı bir serinliğe bırakmış.
O an fark etmiş ki bunca zaman sadece güzel görünmeye çalışırken, asıl önemli olanın kendini mutlu hissetmek olduğunu unutmuş. Tüylerinin bozulması, suya düşmesi önemsizmiş; asıl kaçırdığı şey, denizde arkadaşlarıyla gülüp eğlenmekmiş.
Kıyıya çıktığında içinden, “Keşke bu kadar kasıntılı yaşamasaydım,” diye geçirmiş. O günden sonra, Lila artık sabahları ilk denize giden martı olmuş. Dalgalarla oynamış, rüzgârı kanatlarında hissetmiş, kahkahalara katılmış.
Süslü Martı Masalı sona ererken Lila, hayatta en önemli şeyin, başkalarının ne düşündüğünden çok, kendi mutluluğu olduğunu anlamış. Çünkü denizin kalbinde öğrendiği bir şey varmış: hayat, ancak keyifle yaşandığında güzelleşirmiş.
Süslü Martı Masalına benzeyen hayvan masalları okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz.