Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, küçük bir köyde yaşayan Arda adında bir çocuk varmış. Arda yedi yaşındaymış ve en çok merak ettiği şey geçmişte neler olduğuymuş.
Bazen gökyüzüne bakar, “Acaba eskiden bu bulutların altında kimler yürüyordu?” diye düşünürmüş. Bazen de annesine sorular sorarmış: “Anne, sen küçükken tablet var mıydı? Deden oyuncaklarını nereden alırmış?” Annesi güler, “Sen en iyisi dedene sor, o senin gibi çok meraklıdır,” dermiş.
Arda’nın dedesi uzakta, başka bir şehirde yaşarmış. Ama Ardaların yaşadığı köyde, dedesine ait eski bir kulübe varmış. Bu kulübeye kimse gitmese de Arda orayı çok severmiş. Çünkü dedesi küçükken burada vakit geçirirmiş. İçinde eski kitaplar, aletler ve küçük kutular varmış.
Bir gün Arda, yine kulübeye gitmiş. Rafların arkasında daha önce görmediği bir kutu bulmuş. Kutunun üstünde soluk harflerle “Zaman Makinesi” yazıyormuş. Arda kutunun başına oturmuş. Yanına iliştirilmiş defteri açtığında, içinde düğme çizimleri ve notlar bulmuş.
En alttaki satırda şu yazıyormuş: “Bitmedi. Ama bir gün tamamlamak isteyen biri çıkarsa, belki zaman biraz olsun kıpırdar.”
Arda defteri kapatmış ve gülümsemiş. “Belki de o kişi benimdir,” demiş kendi kendine. Ve o gün karar vermiş: Bu makineyi çalıştıracakmış.
Arda o günden sonra her boş zamanında kulübeye gitmiş. Defteri baştan sona okumuş, hangi düğmenin ne işe yaradığını anlamaya çalışmış. Bazı yerlerde anlamadığı kelimeler olsa da pes etmemiş. Her gün biraz daha öğrenmiş, biraz daha sabretmiş.
Bir sabah güneş yeni doğmuşken, kulübeye girmiş ve kutunun kapağını dikkatlice açmış. İçindeki çarkları kontrol etmiş, gevşek vidaları sıkmış. Sonra da defterde yazan sıraya göre düğmelere basmış. Önce sarı, sonra kırmızı, sonra mavi.
Birden kutunun içinden hafif bir vınlama sesi çıkmış. Arda heyecanla nefesini tutmuş. Gözlerinin önünde hafif bir ışık belirmiş, sonra kulübenin içi dönmeye başlamış. Her şey bir anda renk değiştirmiş, sanki rüzgâr içeriye dolmuş.
Arda gözlerini kapatmış.
Açtığında kendini bambaşka bir yerde bulmuş. Ayaklarının altında toprak bir yol varmış. Etrafında eski tahta evler, uzaklardan gelen çekiç sesleri. İnsanlar farklı kıyafetler giymiş, çocuklar sokakta top yerine bezden yapılmış bir şeyle oynuyormuş.
Arda şaşkınlıkla etrafına bakınmış. “Galiba geçmişe geldim,” demiş fısıltıyla. Kalbi hızlı atıyormuş ama içini bir tuhaf huzur kaplamış. Her şey farklıymış ama tanıdık gibiymiş.
O sırada yakında oynayan bir çocuk onu fark etmiş. Sarı saçlı, yanakları çilli bir kız. Yaklaşıp sormuş: “Sen kimsin? Giysilerin çok garip.” Arda biraz utanarak, “Ben Arda. Şey, biraz uzak bir yerden geldim,” demiş.

Kız gülümsemiş. “Ben Elif. Gel bizimle oyna,” demiş. Arda önce tereddüt etmiş ama sonra gülümseyip Elif’le gitmiş. Diğer çocuklar da onu hemen kabul etmiş. Bez topu yerde sektirmişler, koşturmuşlar, düşüp gülmüşler.
Öğle vakti olunca Elif, Arda’yı evlerine götürmüş. Annesi sıcak çorba pişiriyormuş. Evin içi soba kokuyormuş, duvarda siyah-beyaz bir fotoğraf varmış. Elif’in dedesiymiş, eski bir demirciymiş. Arda dikkatlice bakmış. Fotoğraftaki adamın arkasındaki kulübe, dedesinin kulübesine çok benziyormuş.
Yemekten sonra Elif ve Arda tekrar dışarı çıkmış. Bu kez köyün içinden geçip tepedeki çam ağaçlarının yanına gitmişler. Oradan bütün köy görünüyormuş. Gökyüzü yavaşça turuncuya dönmeye başlamış. Arda gözlerini kapayıp derin bir nefes almış.
“Elif,” demiş usulca, “Zaman bazen çok yavaş, bazen çok hızlı geçiyor. Ama burası, burası başka.”
Elif de başını sallamış. “Burası güzel çünkü herkes birbirini tanıyor. Herkesin zamanı birlikte akıyor.”
Arda o anda anlamış. Geçmiş sadece eski şeyler demek değilmiş. Geçmiş, insanların nasıl yaşadığını, birbirine nasıl bağlandığını hatırlamakmış. Teknoloji olmadan da güzel bir hayat varmış.
Tam o sırada, cebindeki kutudan bir titreşim gelmiş. Zaman makinesi geri çağırıyormuş. Arda Elif’e dönüp elini uzatmış. “Gitmem gerek,” demiş üzülerek.
Elif, “Sen çok tuhaf bir çocuktun ama çok iyiydin. Umarım bir gün yine gelirsin,” demiş.
O akşam Arda, kulübeden çıktıktan sonra uzun uzun gökyüzüne bakmış. Geri dönmüş ama artık içi bambaşka duygularla doluymuş.
Belki bir gün dedesi geldiğinde anlatırmış yaşadıklarını. Ya da sadece birlikte susar, gözleriyle gülümserlermiş. O an için konuşmaya gerek yokmuş. Çünkü bazı şeyleri sadece zaman anlatırmış.
Zaman Makinesi Masalına benzeyen 5 yaş masalları okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz. Bugün yayımladığımız sesli masalımızı dinlemek için instagram sayfamızı takip edebilirsiniz.