Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, küçük bir okulda Zeynep adında sessiz, ince kalpli bir çocuk varmış. Zeynep, bahçedeki salıncağı çok severmiş ama onu daha da özel kılan şey, en yakın arkadaşı Eylül’le birlikte sallanmakmış.
İkisi her gün aynı saatte buluşur, salıncakla gökyüzüne uzanacakmış gibi gülüşerek sallanırlarmış.
Bir sabah, okul bahçesi her zamankinden daha kalabalık ve gürültülüymüş. Zeynep, her zamanki gibi salıncağın yanında durmuş, Eylül’ü beklemeye başlamış. Gözleri kalabalığın içinde onu ararken, Eylül’ü başka çocuklarla sek sek oynarken görmüş. Yüzünde tanıdığı bir gülümseme aramış ama Eylül, başka bir oyunun içindeymiş.
Zeynep önce beklemiş. Belki birazdan gelir diye düşünmüş. Ama dakikalar geçtikçe içindeki kıpırtı huzursuz bir sıkıntıya dönüşmüş. Elleriyle elbisesinin ucunu buruştururken cesaretini toplayıp oyunun yanına yaklaşmış. Sessizce eğilip, “İstersen salıncağa geçebiliriz,” demiş.
Eylül başını bile çevirmeden, “Şimdi olmaz, oynuyoruz,” demiş. Sonra kaldığı yerden sekmeye devam etmiş.
Zeynep’in içi birden burulmuş. Kalbi, beklenmedik bir çarpıntıyla sıkışmış gibiymiş. Hiçbir şey demeden geri dönmüş, salıncağa yürümüş ama bu kez sallanmak istememiş. Bahçenin bir köşesine oturup yere düşen yaprakları izlemeye başlamış.

O gün sınıfta da her şey biraz solgunmuş. Eylül, her zaman oturduğu sıraya değil, başka bir arkadaşının yanına geçmiş. Zeynep, bunu fark edince yutkunmuş ama hiçbir şey dememiş. Tahtadaki yazılar sanki silikleşmiş, öğretmenin sesi uzaklardan geliyormuş gibiymiş. Kalemini eline almış ama harfler aklına gelmemiş.
Defterini açmış, bir çiçek çizmeye başlamış. Ama tam yapraklarına gelince eli durmuş. Çünkü içinden gelen şey eksikmiş; tıpkı o günkü gülümsemesi gibi.
Akşam eve döndüğünde annesi her zamanki gibi “Günün nasıl geçti?” diye sormuş. Zeynep başını sallamış ama konuşmamış. Yemeğini bitirip odasına geçmiş, yastığına sıkıca sarılmış. Ağlamamış, ama sessizce içini dinlemiş. Neden bu kadar kırıldığını anlamaya çalışmış.
Ertesi gün hava daha açık ama Zeynep’in içi hâlâ kapalıymış. Eylül yanına gelip hiçbir şey olmamış gibi “Salıncağa gidelim mi?” diye sormuş. Zeynep başını çevirip bakmamış bile. “İstemiyorum,” demiş. İlk defa bu kadar kısa konuşmuş.
O gün öğle saatlerinde öğretmenleri sınıfa bir hikâye getirmiş. Hikâyede, iki arkadaş arasında geçen bir yanlış anlaşılma anlatılıyormuş. Hikâyenin sonunda çocuklardan biri, diğerinin kalbini kırdığını fark edip özür diliyormuş. Zeynep dikkatle dinlemiş. Sanki her cümle onun içini okşuyor gibiymiş.
Teneffüste sınıftan ilk çıkan Eylül olmuş. Ardından Zeynep yürümüş, bahçeye çıkmış. Salıncağın ipleri rüzgârda usulca sallanıyormuş. Zeynep bir kenarda durmuşken Eylül yanına gelmiş, ellerini önünde birleştirmiş.
“Zeynep,” demiş yavaşça. “Sana dün kötü davrandım. Oyun oynarken seni görmedim sanma. Gördüm ama seni bekletmek istememiştim. Kırıldığını fark ettim. Özür dilerim.”
Zeynep başını kaldırmış. Göz göze geldiklerinde, içindeki kırık biraz yumuşamış.
“Sadece üzülmüştüm,” demiş. “Çünkü biz her zaman birlikte sallanırdık.”
Eylül başını sallamış. “Biliyorum. İstersen şimdi birlikte sallanalım ama bu kez sen istediğin gibi” demiş.
Zeynep bir süre sessizce durmuş, kalbinin içinde kıpırdayan duyguları dinlemiş. Sonra gözlerinde yumuşak bir gülümseme belirip başını hafifçe sallamış. Eylül’le yan yana yürüyüp birlikte salıncağa oturmuşlar.
Zeynep bu kez daha yavaş sallanmış, ama yanında onu anlayan bir dost varken rüzgâr daha yumuşak, gökyüzü daha berrak gelmiş.
O an anlamış ki, bazen kalbin kırılırmış ama sevgiyle onarıldığında her şey yeniden güzel olurmuş. Ve gökyüzü, en çok affedebildiğinde parlak görünürmüş.
Zeynep ile Eylül Masalına benzeyen uyku masalları okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz.