Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, kuş seslerinin sokaklara karıştığı, rüzgârın çiçekleri tatlı tatlı salladığı küçük bir kasabada Defne adında bir kız çocuğu yaşarmış.
Defne’nin gözleri her zaman merakla bakar, yanakları ise gülüşleriyle pembeleşirmiş. Ama son günlerde yüzünde hep aynı ifade varmış: Biraz düşünceli, biraz da isteyerek bakan bir yüz.
Bir sabah kahvaltı masasında, annesi sıcak ekmekleri dilimleyip masaya koyarken, Defne sandalyesine oturmuş ve başını hafifçe yana eğerek sormuş: “Anne, bana da telefon alır mısın?”
Annesi şaşırmış ama gülümsemiş. “Telefon mu istiyorsun tatlım?” demiş.
Defne başını hızla sallamış. “Evet, hem de gerçek olanından. Oyuncak değil. Gerçek telefon! Çünkü Ayşe’nin var, Efe’nin var. Herkesin var. Benim neden yok?”
Annesi kızının gözlerine sevgiyle bakmış. Sonra bir dilim ekmeğe reçel sürerken demiş ki: “Peki canım. Ama önce birlikte biraz düşünelim. Hatta istersen bu hafta telefonla ilgili bir oyun oynayalım. Belki sonunda gerçekten isteyip istemediğine birlikte karar veririz.”
Defne’nin gözleri parlamış, kollarını heyecanla açmış. “Oyun mu? Tamam! Telefon oyunu olsun bu!”
O gün öğleden sonra oyun başlamış. Annesi ilk görevi açıklamış: “Haydi bakalım, bugün sen bir telefon ol. Ne yapardın, nasıl konuşurdun, neye benzerdin?”
Defne hemen ellerini kulaklarına götürmüş, ayakta zıplayarak bağırmış: “Bip bip! Alooo! Buradan yıldız gezegenine bağlanıyorum! Pizzam ne zaman gelecek?”
Annesi de bir kutuyu eline alıp kulağına götürmüş. “Merhaba burası Pizza Gezegeni! Siparişiniz uzay mantarlı mı, yoksa bulutlu zeytinli mi olsun?”
İkisi de kahkahalarla gülmüşler. Bütün ev bir anda telefonla konuşan oyuncularla dolmuş gibi olmuş. Defne o gün boyunca oyuncak ayılarını aramış, babasının terliğine mesaj bırakmış, duvara not yazmış.
Akşam olduğunda, yatağına uzanırken annesine sormuş: “Gerçek telefonlar da böyle oyunlar yapar mı?”
Annesi gülümseyerek başını sallamış. “Bazen evet. Ama çoğu zaman telefonla sadece bakılır, dokunulur, oynanır. Konuşmak, koşmak, hayal kurmak gibi değil.”
Ertesi gün ikinci görev başlamış. Bu sefer annesi bir liste hazırlamış. Defne kağıda bakmış ve okumuş:
- Bahçeye çık
- Kuş seslerini dinle
- Bir çiçek kokla
- Dalgaları say
- Bir arkadaşına mektup yaz.
Defne önce biraz burun kıvırmış. “Ama telefonda oyunlar var,” demiş. Yine de listedekileri denemeye karar vermiş. Dışarı çıkmış, çimenlere oturmuş ardından başlamış görevleri yapmaya.
İlk olarak bir serçenin cik cik sesini duymuş, gözlerini kapatıp rüzgârın yaprakları nasıl salladığını dinlemiş. Bir çiçeğe yaklaşmış, kokusu burnuna çok güzel gelmiş. Küçük bir yaprağın üstüne kalemle kalp çizmiş ve Ayşe’ye mektup yazmış: “Bugün telefon gibi dinledim. Çok güzeldi. Sen de dene.”
Annesi mektubu zarfa koymuş ve posta kutusuna atmış. Defne, sanki gerçekten biriyle konuşmuş gibi mutlu hissetmiş. O gece hayalinde uçan bir telefonla mektup taşıyan kuşlar görmüş.
Üçüncü gün geldiğinde Defne heyecanla annesine koşmuş. “Bugünkü görev ne anne? Hadi hemen başlayalım!”
Annesi bir kâğıda son görevi yazmış: “Haydi şimdi kendi telefonunu tasarla. İstediğin gibi. Hayal ettiğin gibi. Sen nasıl olsun istersen öyle.”
Defne hemen masasına oturmuş, renkli kalemlerini çıkarmış. Kağıdın üzerine pembe kulaklıklı, yıldız tuşlu, ekrana dokununca şarkı söyleyen bir telefon çizmiş.

Telefonun arkasında kalp şeklinde bir düğme varmış. Bu düğmeye basınca hoparlörden “Seni seviyorum” sesi çıkıyormuş. Ekranında ise “Bugün seni çok özledim” yazısı görünüyormuş. Telefon bazen de sürpriz yapıyormuş, kendi kendine sarılma resmi gönderiyormuş.
Çizdiği telefonu annesine göstermiş. Annesi dikkatlice bakmış, sonra kızıyla göz göze gelmiş. “Sence gerçek telefonlar bu kadar güzel mi?” diye sormuş.
Defne biraz düşünmüş. “Gerçek telefonlar böyle değil. Hiçbiri sarılma tuşuna sahip değil. Hiçbiri kuş sesi gibi güzel sesler çıkarmıyor. Mektup yazmıyor. Kalp atmıyor. Bence bu daha güzel.”
O gece Defne’nin yastığının yanında gerçek bir telefon yokmuş. Ama hayal ettiği telefonun resmi oradaymış. Tam uyumaya çalışırken birden gözlerini açmış ve fısıldamış: “Bip bip! Sarılma tuşuna basıyorum!”
Defne sarılma tuşuna basar basmaz, annesi hemen ona sıkıca sarılmış ve ardından güzelce öpmüş.
Sabah güneşinin yumuşak ışıkları odayı aydınlatırken annesi sessizce yanına gelmiş, Defne’nin sıcacık yanaklarına bir öpücük kondurmuş. Ardından usulca kulağına fısıldamış: “Hâlâ bir telefon istiyor musun, tatlı kızım?”
Defne yorganın altından başını çıkarmış, gözlerini hafifçe kısarak annesine bakmış. Gülümsediği zaman yanaklarında minik çukurlar oluşmuş. “Belki biraz daha büyüyünce isterim,” demiş. “Ama şimdi, hayal telefonum bana fazlasıyla yetiyor.”
Annesi Defne’yi kucaklamış. Sanki o sarılmanın içinde bütün dünya durmuş. Ne bir ekran, ne bir tuş, ne bir zil sesi. Hiçbiri bu kadar gerçek, bu kadar sıcak olamazmış. Defne o anda anlamış ki, en güzel bağlar parmaklarımızla değil, kalbimizle kuruluyormuş.
Anne Ben Telefon İstiyorum Masalının sonunda gökyüzünde bir yıldız nazlı nazlı göz kırpmış. Rüzgâr dalların arasında dans etmiş, kuşlar yepyeni bir günün şarkısını söylemiş.
O sabah Defne’nin kalbinde sessizce açan bir çiçek gibi, kasabadaki her evin içine küçük bir huzur yayılmış. Çünkü mutluluk bazen bir tuşta değil, bir kucakta saklıymış.
Anne Ben Telefon İstiyorum Masalına benzeyen bebek masalları okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz. En güzel sesli masalları dinlemek için ise youtube kanalımızı takip edebilirsiniz.