Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, geniş mi geniş bir vadide rengârenk çiçeklerin açtığı büyülü bir bahçe varmış. Bu bahçenin adı Sihirli Gül Bahçesi’ymiş. Bahçede her türden çiçek bulunurmuş; laleler, sümbüller, papatyalar ve tabii ki göz kamaştırıcı güller.
Çocukların hayran olduğu bu bahçe, rengârenk kelebeklerle ve tatlı tatlı öten kuşlarla doluymuş.
Melek, sekiz yaşında, her şeyi merak eden ve keşfetmeyi çok seven bir kızmış. Günleri genellikle kitap okuyarak ya da bahçede çiçeklerle konuşarak geçermiş. Çiçeklere isimler verir, rüzgarın hafif esintisiyle oynayan yaprakları izler ve doğanın dilini anlamaya çalışırmış.
Bir gün, Melek ailesiyle birlikte herkesin çok sevdiği Sihirli Gül Bahçesi’ne gitmiş. Bahçenin kapısından adım attığında, gözleri kocaman açılmış. Çimenlerin üzerinde sabah çiğinin bıraktığı damlalar, küçük elmas taneleri gibi ışıldıyormuş. Göz alabildiğine uzanan çiçekler, sanki gökkuşağından bir halı serilmiş gibiymiş.
Melek, derin bir nefes almış. Hava, çiçeklerin mis kokusuyla doluymuş. Papatyanın tazeliği, güllerin tatlı kokusu ve lavantanın huzur veren esintisi, her nefes alışında onu mutlu ediyormuş. Burnunu biraz daha kaldırmış ve kokuları içine çekmiş. “Burası gerçek mi?” diye mırıldanmış kendi kendine.
Bahçenin içine doğru ilerlerken, rengârenk kelebekler uçuşuyormuş. Bazıları Melek’in etrafında dönüyor, sanki ona “Hoş geldin!” diyormuş. Yukarıda, dallara tüneyen kuşlar şarkılar söylüyormuş. Her şey o kadar güzelmiş ki Melek’in kalbi heyecanla atmaya başlamış.
O an Melek, bu bahçenin sıradan bir yer olmadığını anlamış. Burada, doğanın büyüsü hissediliyormuş.
Melek bahçede gezinirken, çiçekler arasında kocaman, kırmızı bir gül dikkatini çekmiş. Bu gül, diğerlerinden çok daha parlak ve gösterişliymiş. Yaprakları ipek gibi yumuşak, sapı ise zümrüt kadar yeşilmiş. Melek, gülün yanına gidip eğilmiş ve gülün kokusunu içine çekmiş. Tam o sırada tuhaf bir şey olmuş.
“Hoş geldin, Melek!” diye bir ses duymuş.
Melek şaşkınlıkla etrafına bakmış ama kimseyi görememiş. Sonra gül tekrar konuşmuş:
“Buradayım! Karşında duran gül benim.”
Melek’in ağzı açık kalmış. “Sen… sen konuşabiliyor musun?” diye sormuş heyecanla.
Gül zarifçe sallanmış. “Evet, ama sadece çok özel insanlarla konuşurum. Senin kalbin o kadar temiz ki benimle konuşmayı hak ediyorsun.”
Melek, şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra heyecanla sormaya başlamış: “Bu bahçe neden bu kadar güzel? Burada neden her şey bu kadar farklı? Bana tüm sırlarınızı anlatır mısın?”

Gül derin bir nefes almış gibi yaparak konuşmaya başlamış: “Burası sıradan bir bahçe değil, Melek. Bu bahçe, doğanın ve insan sevgisinin büyülü birleşiminden doğdu. Bir zamanlar bu vadide yaşayan insanlar çiçeklere o kadar iyi baktılar ki çiçekler dile gelmeye başladı. Onlara gösterilen sevgi sayesinde her biri birer büyülü varlık oldu.”
Melek hayranlıkla dinliyormuş. “Peki ya kelebekler ve kuşlar? Onlar da mı büyülü?” diye sormuş.
Gül hafifçe gülümsemiş. “Elbette. Buradaki her şey doğanın hediyesi. Kelebekler buradaki çiçeklerin neşesiyle dans eder, kuşlar ise çiçeklerin şarkılarını insanlara taşır.”
Melek bir süre düşündükten sonra bir soru daha sormuş: “Ama neden bu bahçeyi herkes böyle yapamıyor? Her yer bu kadar güzel olamaz mı?”
Gül cevap vermiş: “Doğaya saygı gösterir ve sevgiyle yaklaşırsak her yer böyle olabilir, Melek. Ama unutma, insanlar bazen doğayı unutur. Bu yüzden çiçekler solgun, toprak kurak kalır. Oysa bizim ihtiyacımız olan sadece biraz sevgi ve ilgi.”
Melek’in gözleri dolmuş. “Yani biz insanlar çiçeklere iyi bakarsak onlar hep böyle mutlu olur mu?”
“Evet,” demiş gül. “Ama sadece çiçeklere değil, birbirinize de iyi davranmalısınız. Doğanın sırrı sevgidedir, Melek. Sevgi her şeyi değiştirir.”
Gül bir anda parlamaya başlamış ve Melek’in etrafı büyülü bir ışıkla kaplanmış. Melek kendini bahçenin tam ortasında bulmuş. Şimdi her şey çok daha canlı ve büyülü görünüyormuş. Çiçeklerin her biri Melek’e gülümsüyor, kelebekler etrafında dans ediyormuş.
Bir papatya ona yaklaşmış. “Merhaba, Melek! Gül sana bahçemizin sırrını anlattı mı?” diye sormuş.
“Evet,” demiş Melek, “doğayı sevmenin ve korumanın ne kadar önemli olduğunu öğrendim.”
Papatya nazikçe yapraklarını sallayarak konuşmuş: “Artık sen bizim gerçek dostumuz oldun, Melek. Bu yüzden sana çok özel bir sır vereceğiz. Eğer bir gün insanlar doğayı unutup ona iyi bakmazsa, bu bahçenin büyüsü yavaş yavaş kaybolabilir. Ama üzülme! Sana göstereceğimiz bir yöntemle, doğayı yeniden canlandırmak mümkün.”
Melek heyecanla sormuş: “Nasıl bir yöntem bu? Bana anlatır mısınız?”
Papatya yapraklarını hafifçe titreterek, bilgece bir sesle cevap vermiş: “Doğa, sevgiyi ve ilgiyi hisseder. Eğer insanlar tekrar çiçekleri sever, ağaçlara dokunur, toprağa emek verir ve hayvanlara dostça yaklaşırsa, her şey eskisinden bile daha güzel olur. Sen bu mesajı hatırlamalı ve insanlara anlatmalısın. Doğanın en büyük sırrı sevgidedir.”
Melek, papatyanın sözlerini dikkatle dinlemiş ve gülümseyerek başını sallamış. “Söz veriyorum, doğayı koruyacağım ve herkesin de onu sevmesini sağlayacağım!” demiş kararlılıkla.
Melek, ışıklar söndüğünde kendini yeniden bahçenin girişinde bulmuş. Gül, zarifçe eğilerek ona son bir kez seslenmiş: “Unutma Melek, bu bahçe yalnızca doğayı dinleyenler ve ona kulak verenler için açılır. Çiçeklerin fısıltılarını her zaman hatırla ve bu sırrı asla unutma.”
O günden sonra Melek, doğayı korumak için elinden geleni yapmaya başlamış. Okulda arkadaşlarına çiçeklerin neden bu kadar önemli olduğunu anlatmış. Toprağa nasıl özen göstereceklerini, ağaçlara nasıl dikkat edeceklerini öğretmiş.
Zamanla çevresindeki herkes, Melek’in gösterdiği bu özenle doğaya daha duyarlı hale gelmiş. Bahçeler daha renkli, ağaçlar daha gür olmuş. Melek’in çabası sayesinde doğa, insanların hayatında yeniden hak ettiği yeri bulmuş.
Ve böylece Sihirli Bahçedeki En Güzel Gül masalı, Melek sayesinde dünyanın dört bir yanına yayılmış.
En Güzel Gül masalına benzeyen uzun masallar okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz.