Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, yemyeşil ormanların ortasında, kocaman bir çınar ağacının en tepesinde yaşayan küçük bir karga varmış. Adı Kara’ymış. Kara, parlak siyah tüyleri ve akıllı gözleriyle diğer kuşlardan biraz farklıymış. Ama onu asıl farklı yapan şey, her şeyi öğrenmeye olan merakıymış.
Kara, ormandaki diğer kuşları izler, onların yaptıklarını dikkatle öğrenmeye çalışırmış. Serçeler nasıl zıplıyor, bülbüller nasıl şarkı söylüyor, kartallar nasıl süzülüyorsa hepsini öğrenmek istermiş. Ama ne zaman denese ya sesi fazla kalın çıkarmış ya da kanatları kartallar gibi süzülmeye yetmezmiş.
Bir gün Kara, ormanın en yaşlı ve bilge baykuşu Uzgöz’e gitmiş ve ona sormuş.
Uzgöz, neden ben diğer kuşlar gibi değilim? Neden ne bülbül gibi şarkı söyleyebiliyorum ne de kartal gibi süzülebiliyorum?
Bilge baykuş gözlerini hafifçe kısıp gülümsemiş.
Çünkü sen bir kargasın, Kara. Ve her kuş kendine özgüdür. Belki de senin başka bir yeteneğin vardır.
Bu sözler Kara’yı düşündürmüş ama hangi yeteneği olduğunu bilmiyormuş. O gün ormanda gezinirken, büyük bir çam ağacının dalında yavrularını beslemeye çalışan bir anne sincaba rastlamış.
Anne sincap, kozalakları yuvasına taşımakta zorlanıyormuş. Kara hemen aşağı uçmuş, keskin gözleriyle en güzel kozalakları seçmiş ve gagasıyla onları anne sincabın yuvasına taşımış.

Anne sincap minnettarlıkla Kara’ya bakmış: “Ne kadar dikkatli ve beceriklisin, Kara! Gözlerinden hiçbir şey kaçmıyor” demiş.
Kara bu sözleri duyunca çok sevinmiş ama hâlâ onun özel yeteneği olup olmadığını bilmiyormuş.
Aradan biraz zaman geçmiş, ormanda korkunç bir rüzgâr esmeye başlamış. Dallar savrulmuş, yapraklar uçuşmuş, hatta bazı kuş yuvaları bile düşmüş. İşte o anda Kara, uzaktan ince ince dumanların yükseldiğini görmüş.
“Bir yerde ateş var!” diye düşünmüş. Ama diğer hayvanlar fark etmemiş.
Hemen gagasıyla tiz bir çığlık atarak ormanı uyarmış: Kraaak! Kraaak! Tehlike var! Ateş var!
Tüm hayvanlar Kara’nın sesini duymuş. Tavşanlar yuvalarına kaçmış, kuşlar havalanmış, sincaplar ağaçların en yüksek dallarına tırmanmış. Kara da uçarak en hızlı kuş olan kırlangıcı bulmuş ve ona derede bolca su olduğunu söylemiş.
Kırlangıç kardeş, sen çok hızlı uçarsın! Dereden su getir, biz de hep birlikte ateşi söndürelim!
Kırlangıç hızla dereye uçmuş, gagasında su taşımış. Ama bir damla su, koca yangını söndürmeye yetmezmiş. O sırada Kara, ormanın her köşesine tiz sesiyle haber salmış: “Kraaak! Kraaak! Su taşıyalım! Yangını birlikte söndürelim!”
Serçeler, bülbüller, saksağanlar, hepsi tek tek havalanmış. Kırlangıçlar dereden su taşımış, güvercinler kanatlarıyla dumanı dağıtmış, baykuşlar en güvenli yolları göstermiş. Kara ise durmadan uçup herkesi yönlendirmiş, hangi tarafa su dökmeleri gerektiğini söylemiş.
Herkes birlik olmuş, kuşlar sıra sıra dereye gidip su taşımış. Kanat çırpışları, bağırışlar ve suların toprağa dökülme sesi ormanı doldurmuş. Alevler gittikçe küçülmüş, duman azalmış ve sonunda yangın tamamen sönmüş!
Ormanın en yaşlı ağacı olan büyük meşe, derin bir nefes almış ve dallarını sallamış. Ardından Kara’ya seslenmiş: “Sen çok cesur ve akıllısın, Kara! Senin keskin gözlerin ve zekân tüm ormanı kurtardı.”
O günden sonra Kara, kendini olduğu gibi kabul etmeyi öğrenmiş. Artık başkaları gibi olmaya çalışmak yerine, kendi yeteneklerinin farkına varmış.
Her kuşun farklı bir özelliği varmış ve onunki keskin gözleri, zekâsı ve cesaretiymiş. Başkalarını taklit etmek zorunda değilmiş çünkü kendi gücüyle de büyük işler başarabiliyormuş.
Ve işte o günden sonra, ormandaki hayvanlar ne zaman bir tehlike sezse, Kara’nın dikkatli gözlerine ve cesur çığlığına güvenmişler.
Gökyüzünde ne zaman bir karga sesi duyulsa herkes bilirmiş ki, Kara yine ormanı koruyormuş.
Ve orman, her zamanki gibi güvenle, huzurla yaşamaya devam etmiş, Cesur Karga Masalı da burada bitmiş.
Cesur Karga Masalına benzeyen, dostluk dolu hayvan masalları okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz.