Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar uzaklarda, sık ağaçların gökyüzüne uzandığı, güneş ışığının sadece yaprakların arasından süzüldüğü büyülü bir orman varmış. Bu orman, köyün hemen arkasında yer alırmış ve köylüler ona “Gizemli Orman” dermiş. Ama bu ormanın çok gizli bir sırrı varmış.
Geceleri, ormanın derinliklerinden bir ışık belirir, sanki yıldızlar yere inmiş gibi parıldarmış. Ancak hiç kimse bu ışığın ne olduğunu bilmiyor ve korkudan ormana adım atmıyormuş.
Köyde yaşayan Eren adında cesur ve meraklı bir çocuk varmış. Eren, 10 yaşındaymış ama yaşıtlarına göre daha zeki ve daha hayalperestmiş. Gökyüzüne bakıp yıldızları izlemeyi, hayvanlarla konuşur gibi onlara masallar anlatmayı çok severmiş.
Bir gün, köy meydanında herkes yine parlayan ışığı konuşurken Eren, gözlerini kocaman açarak annesine dönmüş: “Anne, bu ışığın ne olduğunu öğrenmek istiyorum” demiş.
Annesi korkuyla kaşlarını çatmış ve başını iki yana sallamış. “O orman tehlikelerle doludur, Eren. Kimseye oraya gitmesini tavsiye etmem.”
Ama Eren kararlıymış. O gece, sırtına küçük bir çanta almış, içine su şişesini, fenerini ve dedesinin ona hediye ettiği eski pusulayı koymuş. Sessizce evden çıkıp Gizemli Orman’a doğru yürümüş.
Ormanın içine adım attığında, sessizlik her yanı kaplamış. Rüzgarın uğultusu bile durmuş gibiymiş. Ama Eren korkmak yerine heyecanlanmış. İlerledikçe ağaçların arasından fısıltılar duymaya başlamış. Başını kaldırdığında devasa bir çınar ağacı, dallarını hafifçe sallayarak ona seslenmiş: “Hoş geldin, cesur çocuk. Uzun zamandır bir insan buraya ayak basmadı.”
Eren şaşkınlıkla ağaca bakmış. “Merhaba! Ben sadece o ışığın ne olduğunu öğrenmek istiyorum.”
Ağaç derin bir nefes almış gibi dallarını yavaşça sallamış ve kalın, güven veren bir sesle konuşmuş: “Cesur çocuk, aradığın ışık, bu ormanın kalbini temsil eden Büyülü Kristal’in parıltısıdır. Eskiden, insanlar ormana sevgiyle yaklaştığında, bu kristal gökyüzündeki en parlak yıldız gibi ışıldardı. Ama insanlar bizi unutalı çok oldu. Sevgi ve ilgiden mahrum kaldığı için gücünü yitiriyor.” demiş.
Eren, duydukları karşısında derin bir düşünceye dalmış. Ağaç bir süre sessiz kalmış, sonra dallarını hafifçe eğerek Eren’i bir patikaya yönlendirmiş.
Eren, patikada ilerlerken kulaklarına yumuşak ve ahenkli bir melodi çalınmış. Etrafına bakınırken yerdeki renk renk çiçeklerin ona doğru eğilerek şarkı söylediğini fark etmiş. Çiçeklerin sesleri sanki ormandaki tüm yaşamı anlatıyormuş:
“Parlardı bir zamanlar,
Orman gülümserdi hep.
Sevgiyle dokunursan,
Kristal parlar elbet!”
Eren, çiçeklerin melodisine kulak verirken, melodinin içinde gizli bir umut olduğunu hissetmiş. Bu ormanı kurtarmanın mümkün olduğunu artık çok iyi biliyormuş.
Eren, çiçeklerin söylediklerini anlamaya çalışırken birden önünde parlak bir ışık belirmiş. Bu, bir ateş böceğiymiş. Ateş böceği, minik ama güçlü bir ışık saçıyormuş ve Eren’e doğru uçup konuşmaya başlamış:
“Merhaba, Eren! Benim adım Işıltı. Sana kristali bulman için rehberlik edeceğim.”
Eren gülümseyerek ona eşlik etmiş ve Işıltı’nın peşine takılmış.
Eren ve Işıltı, ormanın derinliklerine doğru ilerlemiş. Yol boyunca Eren, kuşların melodilerini dinlemiş, parlayan mantarların etrafında dans eden perileri görmüş ve çiçeklerin ona gülümsediğini hissetmiş.
Sonunda devasa bir mağaranın önüne gelmişler. Mağaranın kapısı, parıltılı sarmaşıklarla kaplıymış. İçeri girdiklerinde Eren, mağaranın tam ortasında solgun bir ışık saçan büyük bir kristal görmüş.

Işıltı, kristalin üzerine konmuş ve ona dönmüş: “Bu, ormanın kalbi olan Kristal. Eskiden çok parlaktı ve tüm ormana hayat verirdi. Ama insanlar doğayı unuttular, ormana önem vermeyi bıraktılar. Kristal de onların sevgisizliğinden dolayı zayıfladı.”
Eren, kristale yaklaştıkça onun hafifçe parladığını fark etmiş. Birden kristalden bir ses duyulmuş:
“Çocuk… Eğer kalbinde sevgi ve dostluk varsa, bana yardım edebilirsin. Ormanımızın büyüsünü geri getirebilmek için sevgi dolu insanlara ihtiyacımız var.”
Eren, kristali eski haline getirebilmek için bir şeyler yapması gerektiğini anlamış. Ormana dönerken Işıltı ona yardım etmiş. Orman boyunca sevgi ve dostluğu simgeleyen işaretler toplamışlar: Bir çiçeğin kokusunu, bir kuşun melodisini ve bir ağacın yaprağını.
Eren bu işaretleri toplarken orman daha da canlanmaya başlamış. Kuşlar cıvıldamış, ağaçlar daha gür olmuş, çiçekler rengarenk açmış.
Kristalin yanına geri döndüklerinde, Eren elindeki işaretleri kristale sunmuş. Kristal, önce hafifçe, sonra giderek daha güçlü bir şekilde parlamaya başlamış. Sonunda etrafı altın renkli bir ışık kaplamış ve orman, eski neşesine kavuşmuş.
Eren, ormandan döndüğünde artık korkulacak bir şey olmadığını anlamış. Köydeki insanlara kristalin hikayesini anlatmış. Onlara, doğayı sevip korumaları gerektiğini, aksi halde büyünün yok olacağını açıklamış. Köylüler, Eren’i dinlemiş ve o günden sonra ormanı sevmeye, ağaçlara ve hayvanlara özen göstermeye başlamışlar.
Gizemli Orman’ın ışığı artık her gece parlarmış. Bu ışık, yalnızca ormanın değil, Eren gibi cesur ve sevgi dolu bir kalbin de işaretiymiş.
Ve Kristalin Parıltısı Masalı burada bitmiş. Ama Eren’in hikayesi, herkesin kalbine bir yıldız gibi parlamış.
Kristalin Parıltısı Masalına benzeyen çocuk masalları okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz.