Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, gökyüzüne uzanan bembeyaz kuleleri, gümüş çatılı sarayı ve çiçeklerle süslü bahçeleri olan bir krallık varmış. Bu krallıkta herkes neşeyle yaşarmış ama en çok sevilen kişi, küçük prens Aras’mış.
Prens Aras, altın sarısı saçları, pırıl pırıl gözleri ve kocaman gülümsemesiyle herkesin sevgisini kazanmış. Ama onun en büyük özelliği, kalbinin çok ama çok iyi olmasıymış.
Bir gün, sarayın çiçeklerle bezeli bahçesinde gezinirken, Prens Aras’ın omzuna narin bir kelebek konmuş. Ama bu sıradan bir kelebek değilmiş; kanatları sanki minik yıldızlarla süslenmiş gibi ışıl ışıl parlıyormuş.
Güneş vurdukça, mavi, pembe ve altın sarısı renkler birbirine karışarak gökkuşağı gibi dalgalanıyormuş. Küçük prens, bu büyüleyici kelebeği hayranlıkla izlerken, kelebek incecik sesiyle fısıldamış:
Prens Aras, yardımına ihtiyacım var! Ormanın en derin yerinde bir Gök Çiçeği var. Ama rüzgârlar onu savurmuş, kökleri susuz kalmış. Eğer o çiçek solarsa, ormandaki tüm renkler yok olacak!
Prens Aras hiç tereddüt etmemiş. Hemen atı Şimşek’e atlamış ve ormana doğru yola koyulmuş. Rüzgâr saçlarını okşarken, kuşlar ona şarkılar söylüyormuş:
— Git, git, küçük prens!
— Renkleri kurtar!
— Gök Çiçeği’ni yaşat!
Ormanın içine girdikçe, ağaçlar devleşmiş, gökyüzü neredeyse görünmez olmuş. Ama Aras hiç korkmamış, çünkü kalbi cesaretle doluymuş. Bir süre sonra yaşlı bir kaplumbağa ile karşılaşmış. Kaplumbağa, derin bir sesle konuşmuş:
— Ah, küçük prens! Gök Çiçeği’ne ulaşmak istiyorsan, Işık Deresi’ni geçmelisin. Ama dikkat et, derenin suyu çok hızlı akar!
Prens Aras, derenin kenarına varmış. Su şırıl şırıl akıyor, minik minik köpükler saçıyormuş. Tam nasıl geçeceğini düşünürken, bir grup kurbağa yanına zıplamış. Kurbağalar hep bir ağızdan şarkı söylemiş:
— Zıpla, hopla, taşlara bas!
— Cesur prens, sakın yılma!
— Suya düşme, bizi duyma!
Aras, kurbağaların gösterdiği yoldan sıçraya sıçraya derenin karşısına geçmiş. Şimdi sırada büyük bir tepe varmış. Tepe o kadar dikmiş ki, tırmanması çok zormuş. Ama Aras yorulmamış, çünkü içindeki iyilik onu güçlü kılıyormuş. Tam zirveye ulaştığında, önünde ışıl ışıl parlayan Gök Çiçeği’ni görmüş! Ama çiçeğin yaprakları solgunmuş, kökleri susuz kalmış.
Prens hemen yanındaki altın kâsesini çıkarmış ve en saf suyla doldurup çiçeğin köklerine dökmüş. Çiçek anında canlanmış, yaprakları kocaman açılmış, rengârenk ışıklar saçmaya başlamış. O an ormandaki tüm çiçekler, ağaçlar ve kuşlar eski renklerine kavuşmuş.

Birden gökyüzü pırıl pırıl olmuş. Ormandaki tüm hayvanlar sevinçle bağırmış:
— Yaşasın prens Aras!
— Renkleri geri getirdi!
— Ormanı kurtardı!
Kelebek yeniden Aras’ın omzuna konmuş ve fısıldamış:
— Sen gerçekten cesur bir prenssin! Krallığın, senin gibi iyi yürekli birine sahip olduğu için çok şanslı.
Prens Aras mutlu bir şekilde sarayına dönmüş. O günden sonra, krallığında hiç solmuş bir çiçek görülmemiş, her şey hep rengârenk kalmış. Çünkü iyilik ve cesaret, her zaman güzellikleri geri getirmiş.
Ve Küçük Prens Masalı burada biterken gökyüzü hâlâ mavi, çiçekler hâlâ renkli, masallar hâlâ tatlıymış.
Küçük Prens Masalına benzeyen kısa masallar okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz.