Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, ağaçların sık sık dizildiği, rüzgârın usulca estiği büyük bir orman varmış. Bir sabah, kuşlar her zamanki gibi dallarda şarkı söylerken, ormanın kenarındaki açıklıkta bir ses duyulmuş. Cılız, incecik bir ağlama sesiymiş bu. Sesi ilk duyan, yaşlı bir baykuş olmuş.
Yaşlı baykuş, sesin geldiği yere doğru uçmuş ve çalılıkların arasında incecik bir örtüye sarılı, yalnız bir bebek bulmuş. Bebeğin gözleri yaşla dolu, elleri titriyormuş. Baykuş hemen etrafa haber uçurmuş.
Tavşan, sincap, ceylan ve birkaç hayvan sessizce gelmiş. Hepsi yan yana dizilip bebeğe bakmış. Tavşan kulaklarını dikmiş, “Ne yapacağız şimdi?” demiş. Ceylan usulca yaklaşmış, “Bu yavru artık bize emanet,” demiş. Kimse itiraz etmemiş. Sanki bütün orman aynı anda başını eğmiş.
O gece, bebeği kuru yapraklarla örtülü bir yatağa yatırmışlar. Sincap yuvadan yumuşak yosunlar taşımış, ayı sessizce yanında durmuş. Rüzgâr yaprakların arasından hafifçe esmiş, kuşlar dallardan yumuşak melodiler fısıldamış. Bebek zaman zaman uyanmış, ama her defasında etrafındaki huzura alışarak tekrar gözlerini kapatmış.
Sabah olduğunda bebek kıpırdamaya başlamış. Karnı acıkınca mızıldanmış. Ceylan ağzında birkaç böğürtleni getirip dikkatle önüne bırakmış.
Bebek önce şaşkınlıkla bakmış. Tavşan yanına yaklaşıp bir tanesini patisiyle ezmiş, yaprak ucuna bulaştırıp bebeğin dudaklarına yaklaştırmış. Bebek kokuyu alınca başını çevirip hafifçe dokunmuş. Tadı ağzına gelince gözleri parlamış, elleriyle yeniden uzanmaya çalışmış.
Kısa bir süre sonra, bebek avuçlarını yere koyup bedenini öne doğru kaydırmaya başlamış. Dizlerini tam kullanamasa da karnının üstünde hafifçe ilerleyebiliyormuş.

Tavşan yakında durmuş, kulaklarını oynatarak ona bakmış. “Aferin sana minik dostum, doğru yoldasın,” demiş. Bebek biraz ilerlemiş, sonra yana yuvarlanmış ve beklenmedik bir kahkaha atmış. Bu sesi duyan sincap, çimenlerin üzerinde neşeyle dönüp durmaya başlamış.
Birkaç gün sonra sincap bir ağacın dalına çıkıp yukarıdan bakmış. Bebek de yerde kıpırdanarak ağaca yaklaşmış, iki eliyle gövdeye yaslanmış. Yüksekleri merakla izlerken sincaba gülümsemiş.
Sincap, dalın ucunda durmuş, bebeğe yukarıdan seslenmiş: “Önce ayakta durmayı öğren minik. Dallar bir yere kaçmıyor, seni beklerler.”
Bebek başını kaldırıp sincaba bakmış, sonra gözlerini ağacın gövdesinden yukarıya doğru gezdirmiş. Küçük parmaklarıyla kabuğa dokunmuş, sanki dokunduğu yerden yüksekleri anlamaya çalışıyormuş.
Ertesi sabah, su hafifçe akıyor, kıyıya çarpan dalgalar yumuşak sesler çıkarıyormuş. Tavşan onu düz bir taşın üstüne dikkatlice oturtmuş. Bebek gözlerini suya dikmiş, başını hafifçe yana eğerek kıpırtıları izlemeye başlamış. Önündeki çakıllardan birine eliyle dokunmuş, sonra parmaklarının arasına alıp sadece tutmuş.
Tam o sırada, suyun içinden bir kurbağa zıplayarak taşın kenarına çıkmış. “Merhaba minik,” demiş gülümseyerek. “Su bazen konuşmaz ama şıpırtısıyla oyun oynar.” Bebek elindeki taşı yere bırakmış, sonra sessizce suya bakmaya devam etmiş.
Akşam yaklaşırken gökyüzü bulutlarla örtülmüş. Bebek her zamanki gibi başını kaldırıp yukarıya bakmış ama yıldızları görememiş. Uzun uzun bakmaya devam etmiş, sanki bir şeyleri arar gibiymiş.
O sırada yukarıdan baykuşun sesi duyulmuş: “Merak etme minik, onlar yine orada. Sadece bu gece saklanmışlar.” Bebek başını eğip sessizce toprağa dokunmuş, sonra gözlerini kapatıp öylece kalmış. Hava sessiz, gece yumuşakmış.
Artık günler, bebeğin minik adımları ve kocaman bakışlarıyla doluymuş. Hayvanlar onun ne anlatmak istediğini gözlerinden anlar, o da doğayı gözlemleyerek, yavaş yavaş hayatı öğrenmiş.
İşte bu da ormanda büyüyen çocuk masalıymış. İsmi olmayan ama sevgisi her dalda yankılanan sessiz bir dostluk gibiymiş.
(Bu masal minik bir okurumuz tarafından yazılmış ve bizim tarafımızdan birazcık düzenlenmiştir. Teşekkür ederiz Ege, doğum günün kutlu olsun.)
Ormanda Büyüyen Çocuk Masalına benzeyen bebek masalları okumak için bağlantıya tıklayabilir, sesli masal dinlemek için instagram sayfamızı takip edebilirsiniz.