Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar küçük, yemyeşil bir ormanda Minik adında meraklı bir tavşan yaşarmış. Minik, her sabah ormanın yumuşacık yollarında zıplayarak dolaşır, karşılaştığı her yeni çiçeğe, böceğe dikkatle bakarmış.
Ormanda her şey rengârenkmiş ama Minik, bu renklerin neden farklı olduğunu bir türlü anlayamazmış. Yolda gördüğü kırmızı böğürtlenler, sarı papatyalar, mavi kelebekler. Her biri birbirinden farklıymış ama nedenini bilmemek, Minik’in aklını karıştırıyormuş.
Ormanda gezinirken sık sık durup çevresine bakar, “Acaba renkler bize bir şey mi söylemek istiyor?” diye düşünürmüş.
Bir sabah, güneş gökyüzünü usulca turuncuya boyarken Minik, her zamanki çimenlikte durmuş. Ama bu sabah farklıymış; içindeki merak büyüdükçe gözleri de çevresine daha dikkatli bakar olmuş. Dalların arasından süzülen mavi gökyüzü, papatyaların sarı yaprakları ona sanki daha canlı görünmüş.

Minik, bu renklerin sadece güzel olmadığını, belki de bir anlam taşıdığını hissetmiş. O anda, bu renkleri daha yakından tanıması gerektiğine karar vermiş.
Kafasında bu düşüncelerle, göl kenarında dinlenen bilge kaplumbağa Tospik’in yanına gitmiş. Tospik, serin suların kenarında keyifle güneşlenirken Minik’in meraklı adımlarını duymuş. Minik, hemen konuya girmiş: “Tospik, etrafımızda her şeyin rengi farklı. Gökyüzü mavi, çiçekler sarı, çilekler kırmızı. Neden böyle?”
Tospik, ağır ağır başını kaldırıp Minik’e bakmış. “Ah Minik,” demiş, “dünya renklerle dolu çünkü her renk bize başka bir duyguyu anlatır. Ama bunu anlamak için renkleri gözlerinle değil, kalbinle görmen gerekir.”
Minik, Tospik’in sözlerini duyunca biraz şaşırmış. “Kalple görmek mi? Nasıl yapacağım?” diye sormuş.
Tospik gülümseyip suya yansıyan gökyüzünü göstermiş. “Denemek istersen, gökyüzüyle başla. Onun maviliğine uzun uzun bak ve ne hissettirdiğini düşün.”
Minik, hemen gökyüzüne bakmış. Sonsuz gibi görünen mavi, ona bir ferahlık, bir özgürlük hissi vermiş.
Biraz daha ilerlediğinde sarı papatyaların yanına varmış. Elleriyle yumuşak yapraklarını okşarken, içinin ısındığını hissetmiş. “Sarı, bana sanki neşeyle gülümsüyor,” demiş kendi kendine.
Yolculuğu sırasında büyük bir çilek tarlasıyla karşılaşmış. Kırmızı çilekler, ışıkta parlayarak Minik’i kendine çekmiş. Bir çileği eline alıp koklamış, sonra tadına bakmış. Tadı cesurca güçlüymüş, tıpkı rengi gibi. “Kırmızı olmak, biraz cesaret istermiş,” demiş gülümseyerek.
Gün boyunca Minik, ormanın her köşesinde farklı renklerle karşılaşmış. Yeşilin huzuru, turuncunun sıcaklığı, morun gizemi. Hepsinin ona anlattığı başka bir masal varmış. Minik, renkleri sadece görmekle kalmayıp, hissetmeyi öğrenmiş.
Gün batımına doğru orman usulca sessizleşirken Minik, Tospik’in yanına geri dönmüş. Heyecanla, “Artık renklerin bana anlattıklarını duyabiliyorum, Tospik!” demiş. “Mavi özgürlük, sarı neşe, kırmızı cesaret.”
Tospik, Minik’e bakıp başını sallamış. “İşte şimdi gerçek bir renk yolcusu oldun, Minik,” demiş. Minik, o gece gökyüzündeki yıldızlara bakarken, renklerin sessiz ama güçlü dünyasının içine usulca dalmış.
Renkleri Öğreniyoruz Masalının sonunda renkler, Minik’in yüreğinde her zaman tatlı bir şarkı gibi yer etmiş.
Renkleri Öğreniyoruz Masalına benzeyen hayvan masalları okumak için bağlantıya tıklayabilir, sesli masallar dinlemek için instagram hesabımızı takip edebilirsiniz.