Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, yemyeşil ağaçlarla kaplı bir ormanda, küçük bir köy varmış. Bu köyde herkes huzurlu ve mutluyken, Derin adında bir çocuk diğerlerinden farklıymış. Derin, her zaman maceraları seven, meraklı bir çocukmuş. Günlerini ormanda dolaşıp yeni şeyler keşfederek geçirirmiş.
Bir sabah, Derin ormanda yürüyüş yaparken yerde parlayan bir şey görmüş. Eğilip baktığında, minik bir ekmek kırıntısı olduğunu fark etmiş. Ama bu sıradan bir kırıntı değilmiş; güneş ışığında altın gibi parlıyormuş! Derin, şaşkınlıkla kırıntıyı eline almış.
Tam o anda, Derin’in avucundaki kırıntı hafifçe titreşmiş ve incecik, melodik bir ses duyulmuş: “Ne kadar uzun sürdü, ama sonunda beni buldun.”
Derin, korkuyla etrafına bakmış ama kimseyi görememiş. Sesin, avucundaki kırıntıdan geldiğini anlamış ve heyecanla sormuş: “Sen konuşabiliyor musun? Sen kimsin?”
Kırıntı gülümsemiş gibi parlamış: “Ben sihirli bir ekmek kırıntısıyım. Adım Maya. Beni bulduğun için artık benim koruyucumsun!”
Maya, bir zamanlar insanlara umut ve mutluluk getiren sihirli bir ekmeğin parçasıymış. Ancak kıskanç bir cadı, bu ekmeğin gücünü kıramayacağını anlayınca onu parçalara ayırmış ve kırıntılarını ormanın dört bir yanına savurmuş. Maya, bu ekmeğin hayatta kalan tek parçasıymış ve diğer kırıntılar bir araya gelmezse sihri sonsuza dek yok olacakmış.
Derin, Maya’ya kararlı bir şekilde bakmış ve gülümsemiş: “Sana yardım edeceğim. Diğer kırıntıları bulmam için ne yapmam gerekiyor?” diye sormuş.
Maya, “Öncelikle cesaretini kanıtlamalısın. Bu yolculuk kolay olmayacak, ama doğru adımlarla hepsini başarabileceğine inanıyorum,” demiş.
Derin, Maya’nın rehberliğinde Şeker Tepesi’ne doğru yola çıkmış çünkü Maya, diğer kırıntılardan birinin orada olduğunu söylemiş.
Şeker Tepesi, köyün çocukları arasında “sihirli yer” olarak bilinir ve rengarenk çiçeklerin güzel kokusuyla ünlüymüş. Ancak bu tepede, kırıntıyı büyük bir ayıcık saklıyormuş; bu yüzden Derin’in cesaretini ve iyi kalbini göstermesi gerekiyormuş.
Derin, ayıcığın karnının guruldamasına dikkat kesilmiş ve hemen cebindeki sandviçi çıkararak ona uzatmış:
“Sanırım çok acıkmışsın. Bu sandviçi alabilirsin, ben daha sonra başka bir şey bulurum,” demiş.

Ayıcık, Derin’in bu yardımsever ve cömert davranışı karşısında şaşırmış ve sevinçle gülümsemiş:
“Ne kadar nazik bir çocuksun! Kırıntıyı hak ettin. Al, işte burada,” demiş ve kavanozu uzatmış.
Derin, kırıntıyı aldıktan sonra Maya’nın biraz daha parladığını fark etmiş. Maya heyecanla,
“Harika iş çıkardık! Şimdi sıradaki kırıntıyı bulmak için yola koyulalım,” demiş.
Sıradaki durak, Kristal Mağara’ymış. Mağaranın içi parlayan taşlarla doluymuş ama bir yılan, mağarayı ve kırıntıyı koruyormuş. Yılan, gelen herkesi korkutuyormuş çünkü insanlar onun kristallerini çalmaya çalışıyormuş.
Derin, mağaraya adımını atmış ve parlayan kristallerin arasında bir yılanın kıvrılmış halde durduğunu görmüş. Yılanın gözleri dikkatle Derin’e bakıyormuş. Ama Derin, hiç korkmamış. Nazik bir sesle,
“Merhaba,” demiş. “Kristallerin gerçekten harika görünüyor. Ama onları almaya gelmedim. Sadece sihirli bir ekmek kırıntısını arıyorum.”
Yılan, Derin’in sakinliği ve dürüstlüğünden etkilenmiş. Hafifçe başını sallayarak, “Sen bambaşka bir çocuksun. İnsanlar genelde kristallerimi çalmak ister ama sen öyle değilsin. İşte, kırıntıyı alabilirsin,” demiş ve kuyruğuyla mağaranın en köşesindeki kırıntıyı işaret etmiş.
Derin, kırıntıyı dikkatlice almış ve Maya’nın artık ışıl ışıl, altın gibi parladığını fark etmiş.
Son kırıntı, karanlık ve ürkütücü bir yerde, Gölge Ormanı’ndaymış. Ormanın tam ortasında siyah bir karga, kırıntıyı pençelerinde tutuyormuş. Karga, Derin’i görünce sormuş: “Eğer bu kırıntıyı istiyorsan, bilmeceyi çözmelisin: Dünyadaki en büyük hazine nedir?”
Derin, bir süre düşünmüş ve sonra gülümsemiş: “Paylaşmaktır,” demiş.
Karga, bu cevabı duyunca kahkahalarla gülmüş. “Doğru cevap! İşte kırıntı senin,” demiş ve onu Derin’e vermiş.
Derin, üç kırıntıyı Maya’nın yanına getirdiği anda Maya’nın ışığı bir anda gökyüzüne kadar yükselmiş. Küçücük kırıntı, parıltılar içinde büyümüş ve sihirli bir ekmek haline gelmiş. Maya, yumuşacık ve sıcak bir sesle gülümsemiş: “Başardık! Artık beni köyüne götür. Beni herkesle paylaş ki mutluluk ve bereket köyde yayılsın.”
Derin, ekmeği dikkatlice ellerine almış ve köyüne götürmüş. Köydeki herkes, sihirli ekmeğin bir parçasını yemiş. Bu ekmek sadece karınlarını doyurmakla kalmamış, aynı zamanda onların kalplerini sevgi ve huzurla doldurmuş. Bir parça ekmek yiyen herkes, paylaşmanın ne kadar değerli olduğunu anlamış.
O günden sonra, köyde ne açlık ne de mutsuzluk kalmış. Derin, hayatındaki ilk büyük macerayı tamamlamanın gururunu ve mutluluğunu yaşamış. Köy halkı da “Sihirli Ekmek Kırıntısı Masalını” yıllar boyunca birbirine anlatmış ve paylaşmanın dünyanın en büyük hazinesi olduğunu asla unutmamış.
Sihirli Ekmek Kırıntısı Masalına benzeyen çocuk masalları okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz.