Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar Sıla adında bir kız çocuğu varmış. Annesi evdeymiş ama babası işi gereği sık sık şehir dışına çıkarmış. Ne zaman babası gitse ev sessizleşir, Sıla’nın içi biraz burkulurmuş. Odasında oturur, pencerenin kenarından dışarıyı izlemeyi severmiş.
Oynayacak oyuncakları varmış ama tek başına oynamak ona eskisi kadar keyif vermez olmuş. Günler böyle geçerken bir sabah kapı açılmış, babası büyük bir kutuyla içeri girmiş. Kutunun içinde parlak tüyleriyle dikkat çeken bir papağan varmış. “Sana arkadaş getirdim,” demiş babası gülümseyerek.
Sıla kutuya yaklaşmış ama heyecanlanmamış. Papağana şöyle bir bakıp başını hafifçe çevirmiş. “Kafeste duracaksa benimle nasıl arkadaş olacak?” diye içinden geçirmiş. Babası hiçbir şey dememiş, kafesi salona yerleştirip ona biraz zaman tanımış.
O gün Sıla papağanın yanına bile gitmemiş. Akşam olunca yemeğini yemiş, odasına geçip sessizce uyumuş. Ertesi gün okuldan döndüğünde çantasını bırakıp salona geçmiş. Tam ayakkabılarını çıkarırken arkadan bir ses duymuş. “Kafeste duracaksa nasıl arkadaş olacak?”
Sıla donup kalmış. Sesin kime ait olduğunu anlamaya çalışmış ama evde başka kimse yokmuş. Kafese yaklaştığında papağan başını yana eğmiş, onu izliyormuş. Sıla şaşkın bir şekilde “Sen, sen konuşuyor musun?” diye sormuş.

Papağan onun cümlesini aynen tekrar etmiş. Sıla önce biraz korkmuş ama sonra gülmeye başlamış. “Demek beni taklit ediyorsun,” demiş ve ilk defa kafese yaklaşmış. Papağan gözlerini kırpmadan onu izlemeye devam etmiş.
Gün geçtikçe Sıla biraz daha fazla zaman geçirmeye başlamış onunla. Okuldan geldiğinde ilk işi selam vermek olurmuş. Sabahları “Günaydın!” diyormuş, papağan da hemen ardından “Günaydın!” diye cevaplıyormuş. Aralarındaki bu oyun Sıla’nın hoşuna gitmiş.
Bir gün Sıla ona “Adın ne olsun?” diye sormuş. Kendi kendine düşünürken “Çiko” demiş yüksek sesle. Papağan hemen tekrarlamış. Sıla bu cevabı gülerek kabul etmiş. O günden sonra onun adı Çiko olmuş.
Zaman geçtikçe Sıla, Çiko’ya sadece kelimeleri değil, duygularını da anlatmaya başlamış. “Bugün öğretmenim sesimi duymadı,” demiş bir gün. Çiko, sessizce “Duymadı,” demiş ve başını yana eğmiş. Sıla bunu yalnız olmadığını hissettiren bir cevap gibi düşünmüş.
Bazı günler çok mutlu olurmuş. O zaman Çiko’nun sesi daha neşeli çıkarmış. Ama Sıla üzgün olduğunda Çiko’nun sesi de yavaş ve yumuşak olurmuş. Sanki sadece kelimeleri değil, ses tonunu da taklit ediyormuş.
Bu durumu merak eden Sıla kitaplıktan bir ansiklopedi çıkarıp papağanlarla ilgili bölümü açmış. Sayfada, papağanların duydukları kelimeleri ezberleyip tekrarladığı yazıyormuş. Gerçek anlamda ne söylediklerini bilmeden konuştukları açıkça anlatılıyormuş.
Sıla kitabı sessizce kapatıp bir süre elinde tutmuş, sonra kafesin yanına yaklaşmış. “Senin ne dediğini anlamadığını biliyorum,” demiş usulca, “ama bazen tam da duymam gereken şeyi söylüyorsun.”
Ertesi sabah annesi sofrayı kurarken, Sıla’ya bakıp gülümsemiş. “Bu kuş senin en iyi arkadaşın oldu galiba,” demiş. Sıla başını eğip hafifçe gülmüş. “Bazen hiçbir şey söylemesem bile ne hissettiğimi biliyor,” demiş. Çiko da o anda yumuşak bir sesle “Biliyor,” demiş.
Sıla, Çiko’nun kafesini pencerenin yakınına taşırken: “Seninle konuştuğumda kendimi hiç yalnız hissetmiyorum,” demiş. Ardından yatağına uzanmış ve gözlerini tavana çevirmiş. “Bazen sadece biri seni duysun istersin,” demiş fısıltıyla. Birkaç saniye sonra odanın köşesinden tanıdık bir ses duyulmuş: “Duysun istersin.”
Böylece Sıla ve Papağan Çiko Masalı, bir sesin bazen yalnızlığı nasıl unutturabildiğini anlatan tatlı bir hatıra olarak kalmış.
Sıla ve Papağan Çiko Masalına benzeyen çocuk masalları okumak için bağlantıya tıklayabilir, çocuğunuza özel masal yazdırmak için instagram sayfamızı takip edebilirsiniz.