Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar Sıla adında minicik bir bebek varmış. Sıla, yumuşacık battaniyesine sarılıp mışıl mışıl uyurmuş. Ama uyandığında kocaman gözleriyle etrafına bakar, gördüğü her şeyi anlamaya çalışırmış. Her şey ona çok yeni ve çok şaşırtıcıymış.
Odası renkli oyuncaklarla doluymuş. Tavşanlar, ayıcıklar, top şeklinde çıngıraklar… Ama Sıla’nın en çok sevdiği şey, annesi ve babasının sıcacık kucağıymış. Onların sesini duyunca sakinleşir, hemen gülümsermiş.
Bu minicik oda Sıla’nın dünyasıymış. Ama bu küçük dünya, onun için çok büyük bir maceraymış!
Bir sabah, Sıla’nın odasına sıcacık bir ışık dolmuş. Bu ışık, battaniyesinin üstünde parıl parıl parlıyormuş. Sıla, gözlerini kırpıştırarak bu güzel ışığa bakmış. Minicik yüzünde şaşkın bir ifade belirmiş. “Bu nedir böyle?” diye düşünmüş.
Tabii ki kimse onun ne düşündüğünü bilmiyormuş. Ama Sıla’nın şaşkın gözlerinden, bu ışığın onu çok etkilediği anlaşılıyormuş. Güneş ışığı odada dans ediyor, bir yandan da Sıla’nın tombul yanaklarını okşuyormuş.
O sırada annesi odaya girmiş. “Bak tatlım, bu güneş,” demiş gülümseyerek. “Ne kadar güzel, değil mi? Seni sıcacık ısıtıyor.” Sıla, annesinin sesiyle huzur bulmuş. Küçük ellerini ışığa doğru uzatmış ama tabii ki güneşe ulaşamamış.
Bir süre daha battaniyesine dolanan ışıkları izlemiş. O gün, Sıla’nın hayatında güneşle tanıştığı ilk gün olmuş! Güneş, artık onun en sevdiği şeylerden biriymiş.
Sıla’nın yatağının hemen yanında kocaman kulaklı, yumuşacık bir peluş tavşan duruyormuş. Tavşanın minicik bir burnu ve pofuduk bir kuyruğu varmış. O sabah, Sıla güneş ışığından yorulunca gözlerini tavşana çevirmiş. Tavşan o kadar ilginç görünmüş ki Sıla hemen meraklanmış. “Bu da ne acaba?” diye düşünmüş.
Sıla, tombul ellerini yavaşça tavşana doğru uzatmış. Tavşanın yumuşacık tüylerine dokunduğu anda minik yüzünde kocaman bir gülümseme belirmiş. Tavşanın ne olduğunu bilmiyormuş ama onun yumuşaklığı Sıla’yı çok mutlu etmiş.
Tam o sırada annesi, Sıla’nın bu yeni keşfini fark etmiş. “Aa, Sıla! İlk arkadaşını bulmuşsun galiba!” demiş gülümseyerek. Sıla, tavşanın kulaklarına dokunmuş, sonra pofuduk kuyruğunu keşfetmiş. Tavşanla oynarken mutluluktan ellerini çırpmış.
O günden sonra peluş tavşan, Sıla’nın en sevdiği arkadaşı olmuş. Her sabah gözlerini açar açmaz önce tavşanını görmek istermiş. Tavşan, Sıla’nın minik dünyasında kocaman bir yer edinmiş.
Sıla tam tavşandan sıkılmaya başlıyormuş ki odasına tatlı mı tatlı bir ses dolmuş. “Cik cik cik!” Sıla, bu sesi hemen fark etmiş. Minik kulaklarını dikip yatağında kıpırdanmaya başlamış. Kafasını yavaşça sesin geldiği yöne çevirmiş. Pencerede minicik bir kuş oturuyormuş! Bu, küçük bir serçeymiş ve neşeyle şarkı söylüyormuş.
Serçe, kanatlarını çırpıyor, başını bir sağa bir sola eğip duruyormuş. Sıla, serçeyi görünce öyle heyecanlanmış ki ellerini havaya kaldırmış. Kuşu işaret etmek istemiş ama minik elleriyle ne dediğini anlatamamış. Serçe ise ona bakıp cıvıldamaya devam etmiş.
O sırada annesi odaya girmiş. Sıla’nın gözlerini pencereden ayıramadığını fark etmiş. Perdeleri biraz aralamış ve “Bak tatlım, bu bir serçe. Ne kadar güzel bir kuş, değil mi?” demiş. Sıla, kuşu dikkatle izlemeye devam etmiş. Serçenin minik ayaklarıyla pervazda zıplayışı, tüylerini kabartışı ve cıvıl cıvıl sesi, Sıla’nın çok hoşuna gitmiş.
Bir süre sonra serçe, kanatlarını çırpmış ve uçup gitmiş. Ama Sıla, onun geri geleceğini düşünmüş. “Acaba başka kuşlar da gelir mi?” diye merak etmiş. Minik kalbi, bu yeni dostuyla başka neşeli anlar yaşayacağı hayaliyle dolmuş.
O akşam babası, Sıla’yı kucağına almış. Onu yavaşça pencerenin önüne götürmüş ve gökyüzüne doğru kaldırmış. “Bak bakalım, Sıla, bu ışıklar ne kadar güzel!” demiş. Sıla, gökyüzünde parlayan yıldızları görünce gözlerini kocaman açmış. Yıldızlar ona çok uzak ama bir o kadar da büyülü görünüyormuş. Minik elleriyle yıldızlara ulaşmaya çalışmış, ama dokunamamış.

Babası onun bu hareketine gülmüş. “Yıldızlara dokunmak istiyorsan önce büyümelisin,” demiş. Sıla, babasının kucağında yıldızları izlerken çok mutlu olmuş. “Bu ışıklar hep burada mı?” diye düşünmüş. Gökyüzü o kadar büyüleyiciymiş ki uykuya dalarken bile yıldızları hayal etmiş.
Sıla bebek, her geçen gün dünyayı biraz daha tanıyormuş. Güneşin sıcaklığını, kuşların cıvıltısını ve yıldızların büyülü parıltısını keşfetmiş. Ama daha keşfedeceği o kadar çok şey varmış ki!
Bir gün minik adımlarla yürümeye başladığında çimenlerin nasıl yumuşacık hissettirdiğini öğrenecekmiş. Bir başka gün, renk renk çiçeklerin mis kokusunu duyacakmış. Belki de bir sabah, minik elleriyle uçuşan bir kelebeğe dokunacakmış.
Sıla’nın küçük dünyası, her yeni keşifle biraz daha büyüyormuş. Onun neşesi, gülümsemesi ve şaşkın bakışları ailesine büyük bir mutluluk getiriyormuş.
Ve böylece Sıla, her gün yeni maceralara atılarak büyümeye devam etmiş. Çünkü bu büyük dünya, onun için sonsuz bir hazineymiş. Her gün başka bir güzellik sunar, her gece başka bir rüya fısıldarmış.
Sıla’nın İlk Keşifleri masalı burada bitmiş ancak Sıla’nın keşifleri hiç bitmemiş. O, her zaman merak etmiş, öğrenmiş ve bu kocaman dünyayı sevgiyle kucaklamış.
Sıla’nın İlk Keşifleri Masalına benzeyen bebek masalları okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz.