Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, yıldızların gökyüzünde parladığı, rüzgarların dilekleri fısıldadığı bir köyde, Can ve Defne adında iki kardeş yaşarmış. İki minik kardeş, her gece gökyüzündeki yıldızları izler ve babalarının anlattığı uyku getiren masallarla uykuya dalarlarmış.
Babaları, masallarında onları hayal gücünün sınırsız dünyalarına götürür, sevgi, dostluk ve cesaretin önemini anlatırmış.
O gece, Can ve Defne yataklarına uzanmış, tavanlarındaki küçük ışıkların altında babalarının gelmesini bekliyormuş. Birkaç dakika sonra babaları içeri girmiş, onların üzerlerini düzeltmiş ve yanlarına oturmuş. Ardından yumuşak bir sesle: “Hazır mısınız, minik yıldızlarım? Bu gece size yıldızların sırrını anlatacağım. Gizemli bir ormana gitmek ister misiniz?” diye sormuş.
İki kardeş soruyu duyar duymaz, heyecanla başlarını sallamışlar. Babaları gülümsemiş ve büyülü masalı anlatmaya başlamış.
Bir zamanlar, gökyüzünde, bulutların bile ulaşamadığı bir yerde Gizemli Ay Ormanı adında büyülü bir diyar varmış. Bu orman, gümüşten ağaçları, kristal yaprakları ve ay ışığında parlayan nehirleriyle ünlüymüş. Gece olduğunda orman, sanki bir mücevher kutusu gibi ışıldarmış. Ama bu güzellik sadece bir varlık sayesinde mümkünmüş: Ormanın kalbinde yaşayan Kuki adında küçük bir ışık perisi.
Kuki’nin görevi, ormana ışığını yayarak her şeyi canlı ve parlak tutmakmış. Ancak bir gün, Kuki’nin ışığı zayıflamaya başlamış. Yapraklar eski parlaklığını kaybetmiş, nehirler solgun bir griliğe bürünmüş ve orman sessizleşmiş. Kuki, ışığını neden kaybettiğini anlayamıyor, ne yaparsa yapsın eski parlaklığına kavuşamıyormuş.
O gün Kuki, ormanda dolaşırken bir ağacın altında oturmuş. “Neden ışığımı kaybediyorum?” diye düşünmüş. “Ormana ışık vermek için her şeyi yapıyorum, ama yine de zayıflıyorum…” Kuki’nin sesi hüzünle titremiş.
Tam o sırada, ormanın derinliklerinden kahkahalar duyulmuş. Can ve Defne ormanın girişinde belirmişler. Onların bu gizemli diyara nasıl geldiklerini kimse bilmiyormuş. Ancak yıldızlar, iki cesur çocuğu Kuki’ye yardım etmesi için oraya göndermiş.
Defne, Kuki’ye yaklaşmış ve merakla sormuş: “Neden bu kadar üzgünsün?”
Kuki, hüzünlü bir sesle cevap vermiş: “Işığımı kaybediyorum. Eğer ışığım tamamen sönerse, orman yok olacak.”
Can, etrafına bakınarak, “Peki, ışığını kaybetmemek için ne yapıyorsun?” diye sormuş.
Kuki, “Işığımı sadece ormana veriyorum. Onu hep saklamaya çalışıyorum ama yine de yetmiyor,” demiş.
Defne, gözlerini Kuki’ye dikmiş ve gülümseyerek, “Işığını sadece saklamak yerine başkalarıyla paylaşmayı denedin mi?” diye sormuş. Kuki, şaşkın bir ifadeyle başını sallamış ve “Hayır, hiç denemedim” demiş.
Can, bir kristal yaprağı alıp yanındaki bir kelebeğe uzatmış. Kelebek, yaprağa dokunduğu anda ışıldamış ve ormanda küçük bir parıltı yayılmış. Kuki, hayretle izliyormuş. Defne ise bir damla ay nehrinden alıp solgun bir çiçeğin üzerine dökmüş. Çiçek anında ışıldamaya başlamış. Kuki, onların yaptığını görünce ışığını paylaşmanın gücünü anlamış.
“Paylaşınca çoğalıyor…” diye fısıldamış Kuki. Sonra kollarını açmış ve tüm ışığını ormana yaymış. O anda, orman eskisinden de parlak bir hale gelmiş. Kristal yapraklar, ay nehirleri ve tüm canlılar ışıldamaya başlamış. Yıldızlar bu anıyı gökyüzüne işlemiş.

Babaları masalı bitirdiğinde, Can ve Defne’nin gözleri ağırlaşmış, ama yüzlerinde mutlu bir gülümseme varmış. “Işıkları paylaşmak ne kadar güzel” demiş Defne. Babaları onları sevgiyle öpmüş ve uyumalarını beklemiş.
Can ve Defne sabah uyandıklarında, hala masalın etkisindelermiş. Kahvaltı masasında heyecanla Kuki’yi ve ormanın yeniden nasıl canlandığını konuşmuşlar. Sonra aynı anda babalarına dönmüşler ve “Bu gece bir masal daha anlatır mısın?” diye sormuşlar.
Babaları gülümsemiş ve “Tabii ki. Bu gece dileklerin sırrını öğreneceksiniz,” demiş
Gece olunca, Can ve Defne yataklarına uzanmış, sabırsızlıkla bekliyormuş. Babaları yanlarına oturmuş, gözlerini onların heyecanla parlayan yüzlerine dikmiş ve anlatmaya başlamış.
Çok uzaklarda, bulutların bile ulaşamadığı bir yerde Dilek Dağı adında bir yer varmış. Bu dağın zirvesinde yaşayan büyülü bir rüzgar varmış. Bu rüzgar, insanların kalplerindeki en içten dilekleri duyarmış. Ancak, dileğin gerçekleşmesi için bir şartı varmış: Dilek, sadece dilek sahibine değil, başkalarına da mutluluk getirmeliymiş.”
Can, gözlerini büyüterek sormuş: “Peki, bu dağa kim çıkabilir, babacığım?”
Babaları gülümsemiş: “Sadece cesur ve kalbi temiz olanlar Dilek Dağı’nın zirvesine ulaşabilirmiş. Şimdi dinleyin bakalım, bu masaldaki kahramanı tanıyacak mısınız?”
Bir zamanlar Arda adında küçük bir çocuk yaşarmış. Arda’nın ailesi zor günler geçiriyormuş. Babası çok çalışıyormuş ama işleri yolunda gitmiyormuş. Annesi de her gün dualar ediyor, bir çözüm arıyormuş. Arda, onları mutlu etmek için bir şeyler yapmak istiyormuş ama ne yapacağını bilemiyormuş.
Bir gece, gökyüzüne baktığında yıldızların ona göz kırptığını fark etmiş. O anda, kalbinde bir ses duymuş: “Dilek Dağı’na git, rüzgara dileğini fısılda.”
Arda hemen yola çıkmaya karar vermiş. Yanına sadece bir torba su ve biraz ekmek almış. Dilek Dağı’na ulaşmak kolay değilmiş; dik yamaçlar, soğuk rüzgarlar ve puslu bulutlar yolunu kesiyormuş. Ama Arda, ailesini mutlu etme arzusuyla yoluna devam etmiş
Arda, tırmanışının ortasında, bir ağacın altında yaralı bir kuş görmüş. Kuş, titreyerek kanadını kıpırdatmaya çalışıyormuş. Arda, kendi yolculuğunu unutmuş ve hemen kuşun yanına koşmuş.
“Korkma küçük dostum, seni yalnız bırakmam,” demiş. Suyundan bir damla kuşa içirmiş ve onu güvenli bir yere taşıyıp kanadını sardıktan sonra tekrar yola koyulmuş.
Biraz ilerledikten sonra, yoluna küçük bir tavşan çıkmış. Tavşan bir çalılığın içinde sıkışmış ve korkuyla titriyormuş. Arda, tavşanı nazikçe kurtarmış ve “Artık güvendesin,” demiş. Tavşan teşekkür eder gibi başını sallamış ve hızla ormana doğru koşmuş.
Arda’nın yaptığı her yardımda, kalbindeki sıcaklık büyümüş ve adımları daha güçlü olmuş. Ancak zirveye giden yol hala zorluymuş.
Arda, sonunda Dilek Dağı’nın zirvesine ulaşmış. Büyülü rüzgar, yüzüne hafifçe dokunmuş ve fısıldayarak konuşmuş: “Hoş geldin, cesur çocuk. Kalbindeki dileği duyabiliyorum. Ama önce söyle, neden bu kadar zorlu bir yolculuğa çıktın?”

Arda, hiç tereddüt etmeden cevap vermiş: “Ailem çok zor günler geçiriyor. Onları mutlu etmek istiyorum. Dileğim onların huzur bulması.”
Rüzgar, Arda’nın gözlerinin içine bakmış: “Sen, sadece kendi mutluluğun için değil, başkalarının mutluluğu için de bu yola çıktın. Yolculuğun boyunca yardım ettiğin kuş ve tavşan, senin iyi kalbini gösteriyor. Gerçek mutluluk, başkalarını mutlu etmektir. Dileğin gerçekleşecek.”
Rüzgar, Arda’nın dileğini yıldızlara fısıldamış. O gece, yıldızlar daha parlak bir şekilde yanmış ve Arda eve dönerken, içinde tarif edilemez bir huzur hissetmiş.
Babaları masalı bitirdiğinde Can ve Defne’nin gözleri parlıyormuş. Defne, “Baba, biz de Dilek Dağı’na gidebilir miyiz?” diye sormuş.
Babaları gülerek onları yanına çekmiş: “Her birinizin kalbinde bir Dilek Dağı var. Yardım ettiğiniz, paylaştığınız her anda rüzgar dileklerinizi duyar.”
O gece, iki kardeş de gözlerini kapattıklarında Dilek Dağı’nın zirvesine tırmandıklarını hayal etmiş. Belki de yıldızlar onların dileklerini gerçekten dinlemiştir. Çünkü uyku getiren masallar, yalnızca uyutmakla kalmaz, hayalleri gerçeğe dönüştüren büyülü kapıları aralar.
Masalımızı beğendiyseniz ve başka Uyku Getiren Masallar okumak isterseniz bağlantıya tıklayarak kolaylıkla okuyabilirsiniz.