Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, yemyeşil bir ormanın tam ortasında, sessiz bir gölet varmış. Bu göletin kıyısında, parıl parıl bir su damlası yaşarmış. Su hep sakin, duru ve tertemizmiş. Ama içinde bir yerlerde hep bir eksiklik hissedermiş.
Günlerden bir gün, gökyüzünde hafif bir duman belirivermiş. Rüzgâr bu dumanı nazikçe taşıyıp ormanın derinliklerine götürmüş. Dumanın içinden minicik bir ateş kıvılcımı süzülüp yere konmuş. Parlıyormuş ama korkutmuyormuş. Isıtıyormuş ama yakmıyormuş.
Ateş yürüyerek göletin kenarına kadar gelmiş. Su onu uzaktan görmüş, önce biraz ürkmüş. Çünkü herkes ateşten uzak dururmuş. Ama bu ateş farklıymış; kıpırtısız duruyor, kimseye zarar vermiyormuş.
Ertesi gün ateş yine gelmiş. Rüzgâr onu nazikçe suya doğru taşımış. Bu kez su, biraz daha cesur davranmış ve aralarına bir taş koyarak karşısına oturmuş. Böylece ne su buhar olmuş, ne de ateş sönmüş ama birlikte sohbet edebilmişler.

Su, gökyüzünden düşen yağmur damlalarından, nehirlerin şarkısından bahsetmiş. Ateş, yıldızlı gecelerden, odun çıtırtılarından söz etmiş. Ne kadar farklı olduklarını anlamışlar ama bu onları rahatsız etmemiş. Aksine, daha çok ilgilerini çekmiş.
Günler geçmiş. Her gün biraz daha yakınlaşmışlar. Bazen sadece gökyüzüne bakmışlar. Bazen bir çiçeğin açışını izlemişler. Sessizlikleri bile huzur doluymuş. Aralarındaki taş hep yerinde duruyormuş, dostluklarını dengede tutuyormuş.
Bir gün ormana küçük bir çocuk gelmiş. Elinde meyve taşıyan, ayakkabıları çamura bulanmış bir çocuk. Su, ayakkabılardaki çamuru temizlemiş. Ateş ise çocuk üşümesin diye yakındaki bir kuru dalı ısıtmış. Çocuk gülümsemiş ve iki dostun yanında biraz oturmuş. Sonra teşekkür edip gitmiş.
O gün su ile ateş anlamış ki, birlikteyken daha güzel işler başarabiliyorlarmış. Farklı olmaları onları ayırmıyor, aksine tamamlıyormuş. Ama yine de çok yaklaşınca su buharlaşıyor, ateş ise hafifçe sönüyormuş. Bu yüzden aralarındaki taşı hep yerinde bırakmışlar.
Diğer canlılar bu dostluğu görmüş. “Nasıl olur?” demişler, “Biri soğuk, biri sıcak. Biri sessiz, biri kıpır kıpır.” Ama zamanla herkes anlamış ki, farklılık güzel bir şeymiş. Asıl mesele, birbirini incitmeden yaklaşmakmış.
Ve bir gün, güneş gökyüzünde parladığında, su ile ateş birlikte şöyle demiş:
“Senin gibi değilim ama seni anlıyorum. Ve bu yetiyor.”
O günden sonra, göletin kenarındaki taş hiç yerinden oynamamış. Çünkü herkes bilirmiş ki, o taş, farklı olanların bile yan yana gelebileceği bir yermiş.
Ve gökyüzü ne zaman kızarsa ya da toprak ne zaman kurursa, Ateş ve Su Masalı yeniden okunur, dünyaya dengeyi hatırlatırmış.
Ateş ve Su Masalına benzeyen çocuk masalları okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz. Sesli masal dinlemek için ise instagram sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.