Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar gökyüzünde her sabah beyaz kanatlarını açarak süzülen bir kuş varmış. Bu kuşun adı Albat’mış.
Albat, köydeki çocuklara gökyüzünden gelen dileklerle dolu zarflar bırakırmış. Bu zarfların içinde yıldızların parlak umutları, bulutların fısıldadığı masallar ve gökyüzünün sırrını taşıyan küçük notlar olurmuş.
Her sabah zarfları alan çocuklar, mutluluk içinde birbirleriyle paylaşır, gökyüzünden gelen hediyelerini büyük bir neşeyle okurlarmış.
Bir sabah, çocuklar her zamanki gibi büyük bir heyecanla uyanmışlar ve heyecanla pencerelerine koşmuşlar. Çünkü her sabah olduğu gibi, o günde Albat’ın gökyüzünde süzülerek onlara renkli zarflar getirmesini bekliyorlarmış.
Ama bu sabah, diğerlerinden çok farklıymış. Çünkü ne gökyüzünde bembeyaz kanatları süzülen Albat’ı görebilmişler ne de yavaşça süzülerek yere düşen o büyülü zarfları.
Çocuklar önce anlam verememişler. “Belki birazdan gelir,” diye düşünerek beklemeye başlamışlar. Ama saatler geçmiş, güneş iyice yükselmiş, hatta akşam olmuş, ancak Albat hâlâ gelmemiş.
Artık köydeki herkes endişelenmeye başlamış. “Acaba Albat’a bir şey mi oldu?” diye konuşmaya başlamışlar. Gökyüzüne uzun uzun bakmışlar ama ne kadar bekleseler de o tanıdık dostlarını görememişler.
Ama köyde herkesten çok merak eden birisi varmış, bu kişi Mete’ymiş. Mete, köydeki en meraklı çocukmuş. Her zaman gökyüzüne hayranlıkla bakar, yıldızların sırlarını çözmeye çalışırmış.
Mete’nin en yakın dostu ise Albat’mış. Bu yüzden Albat’ın kaybolması en çok onu üzmüş. “En yakın arkadaşım olmadan sabahlarım çok eksik kalıyor,” demiş kendi kendine.
Mete, Albat’ın başına ne geldiğini öğrenmeye karar vermiş. Çantasına biraz ekmek, su ve büyükannesinin ördüğü mavi atkısını koyarak yola çıkmış. Gökyüzüne ulaşmanın bir yolunu bulmalıymış.
Mete önce, her zaman gökyüzünde usulca süzülen bulutlara danışmaya karar vermiş. Koşarak tepedeki en yüksek yamaca çıkmış ve başını kaldırıp seslenmiş: “Ey gökyüzünün pamukları! Albat’ı gördünüz mü?”
Bulutlar yavaşça şekil değiştirerek yanıt vermişler: “Albat, büyük bir fırtına geldiğinde kayboldu. Onu rüzgârın uğultusunda duymaya çalıştık ama sesi kayboldu. Belki rüzgârlardan biri onun nereye gittiğini bilir.”
Mete, rüzgârı bulmak için büyük bir çınar ağacına tırmanmış. Rüzgârın en çok estiği dallara ulaşınca bağırmış: “Ey güçlü rüzgâr! Albat’ı gördün mü?”
Rüzgâr, Mete’nin saçlarını okşayarak fısıldamış: “Albat, büyük fırtınaya kapıldı ve gökyüzünün derinliklerine sürüklendi. Ama Ay, her şeyi görür. Belki o sana yardım edebilir.”
Mete, Ay’a nasıl ulaşacağını düşünmüş. Sonra aklına, köyün arkasındaki büyük meşenin dallarında yaşayan bilge baykuş gelmiş. Baykuş, Ay’ın sırlarını bilen bir bilgeymiş. Mete gece olmasını beklemiş ve ormana giderek baykuşu bulmuş.

“Baykuş dede, Ay’ı nasıl bulabilirim?” diye sormuş.
Baykuş gözlerini Mete’ye çevirmiş ve bilgece konuşmuş: “Ay’a ulaşmak için yıldızların merdiveninden çıkmalısın. O merdiveni bulmak için sabır ve cesaret gerekir.”
Mete, yıldızların merdivenini aramaya karar vermiş. Ormandaki ateşböceklerini takip etmiş ve sonunda ışıl ışıl parlayan bir yol bulmuş. Yavaşça adım atmış ve birdenbire kendini gökyüzünde, yıldızların arasında bulmuş!
Mete yıldızların arasında süzülürken, onları selamlamış. “Ey parlak dostlar! Albat’ı gördünüz mü?”
Yıldızlardan biri parlayarak cevap vermiş: “Albat, gökyüzü postacısı olarak seçildiğinden beri sadece mutluluk taşıyordu. Ama o da bazen dinlenmeli. Gökyüzünün en yüksek dağında huzur arıyor.”
Mete, yıldızların gösterdiği yöne gitmiş ve nihayetinde bulutların üzerinde duran bir dağ görmüş. Oraya doğru yürümüş ve sonunda yorgun bir şekilde bekleyen Albat’ı bulmuş.
Albat, Mete’yi görünce gözlerini kırpıştırmış ve başını eğmiş: “Mete, ben çok yoruldum. Her gün mutluluk taşıdım ama kimse benim de bazen dinlenmeye ihtiyacım olduğunu fark etmedi,” demiş üzgün bir sesle.
Mete, Albat’a sevgiyle bakmış ve yanına yaklaşarak yumuşak bir sesle demiş ki: Herkes seni çok merak etti, Albat. Ama kimse senin de bazen dinlenmeye ihtiyacın olabileceğini düşünmedi. Mutluluk dağıtmak güzel bir şey ama insan, kendisi için de biraz durup nefes almalı, değil mi?”
Albat Mete’ye sevgiyle bakmış ve: “Evet, haklısın. Ama şimdi dönebilirim, çünkü sen bana bunu hatırlattın,” demiş.
Mete ve Albat birlikte köye dönmüşler. Ertesi sabah, çocuklar yine gökyüzünden gelen renkli zarfları bulmuşlar. Ama bu sefer içlerinden birinde Mete’nin yazdığı bir not varmış:
“Mutluluk paylaşınca çoğalır ama bazen dinlenmek de gerekir. Bunu unutmayın!”
Ve o günden sonra, her ay bir gün, Albat’ın da dinlenme günü olmuş. Çocuklar artık yalnızca zarfları beklememiş, bazen kendi dileklerini de gökyüzüne göndermişler. Gökyüzü ve çocuklar artık birbirlerini daha iyi anlamışlar.
Ve böylece, Gökyüzü Postacısı Masalı, tüm çocukların hayata daha farklı bir gözle bakmasına sebep olmuş.
Gökyüzü Postacısı Masalına benzeyen çocuk masalları okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz.