Bir varmış bir yokmuş. Bir zamanlar yemyeşil ağaçların dans ettiği, rengârenk çiçeklerin mis gibi kokular yaydığı kocaman bir orman varmış. Bu ormanda tüm hayvanların çok sevdiği, cesur ve güçlü bir kaplan yaşarmış. Adı Kofu’ymuş.
Kofu, sadece güçlü olduğu için değil, aynı zamanda yüreğindeki iyilikle de tanınırmış. Ormanda biri yardıma ihtiyaç duyduğunda, herkesten önce o yardıma koşarmış. Bir kuş yuvasından düştüğünde onu nazikçe yerine koyar, kaybolan bir sincabı yuvasına götürür, nehirden karşıya geçemeyenleri sırtında taşırmış. Onun olduğu yerde herkes kendini güvende hissedermiş. Bu yüzden ormanın koruyucusu olarak bilinirmiş.
Bu güzel ormanda güneş ormanı aydınlattığında, hayvanlar neşeyle oyun oynar, kuşlar şarkılar söyler, kelebekler dans edermiş. Ama bir gün, ormanda tuhaf bir şey olmuş. Ormanın sesi kaybolmuş. Kimse nedenini bilmiyormuş ama herkes bir şeyi biliyormuş: Bu gizemi yalnızca Kofu çözebilirmiş.
Kofu, dostlarının endişeyle titreyen gözlerine bakınca bunun sıradan bir şey olmadığını anlamış. Ormanın sesi kaybolmuşsa mutlaka bir sebebi varmış. Kendi kendine, bunu çözmeliyim diye düşünmüş. Derin bir nefes almış, güçlü patileriyle yere sağlam basarak kararını vermiş.
Önce her şeyi bilen birine danışması gerekiyormuş. Ormanda en bilge kim diye düşünmüş. Tabii ki Bilge Baykuş. Yaşlı ama zeki, her şeyi gören, en küçük fısıltıları bile duyan Bilge Baykuş mutlaka bir şeyler biliyormuş.
Hemen harekete geçmiş. Geniş dalları gökyüzüne uzanan koca meşe ağacına doğru yürümüş. Ağacın kovuğunda, tüyleri gece kadar koyu, gözleri yıldızlar gibi parlayan Bilge Baykuş yaşarmış. Kofu, nazikçe patisini ağacın gövdesine dokundurmuş.
“Bilge Baykuş, seni rahatsız ettiğim için üzgünüm ama ormanda bir şeyler yolunda gitmiyor. Kuşlar şarkı söylemiyor, rüzgâr esmiyor, su şırıldamıyor. Sanki ormanın sesi çalınmış gibi” demiş.
Bir süre sessizlik olmuş. Sonra kovuğun içinden yavaşça iki parlak göz belirmiş. Bilge Baykuş, kanatlarını hafifçe açarak dalına konmuş.
“Ormanın sesi kaybolduysa, gittiği bir yer olmalı” demiş usulca. “Ve giden her şey geri getirilebilir. Ama bunu yapacak biri olmalı.”
Kofu, başını kaldırmış. İçinde bir kararlılık hissetmiş. Kimsenin söylemesine gerek yokmuş. O, bu sesi geri getirecekmiş.
Bilge Baykuş, kanatlarını hafifçe çırpıp başını yana eğmiş. Gözleri dikkatle Kofu’ya bakıyormuş.
“Ormanın sesi Gölgeler Vadisi’ne gitmiş olabilir” demiş yavaşça. “Orada yaşayan bir varlık sessizliği sever. Eğer sesler kaybolduysa, onları o almış olabilir.”
Kofu, Bilge Baykuş’un sözlerini duyunca başını kaldırmış. Gölgeler Vadisi ormanın en karanlık, en bilinmez köşelerinden biriymiş. Kimse oraya gitmezmiş. Oraya gidenlerin yolunu kaybettiği, seslerini yitirdiği söylenirmiş.
“Tüm sesleri geri getirmek için oraya gitmeliyim” demiş Kofu kararlı bir şekilde.
Bilge Baykuş gözlerini kısmış. “Bu yolculuk kolay olmayacak” diye eklemiş. “Yalnızca gücünle değil, sabrın ve kalbinle de ilerlemelisin. Gölgeler Vadisi’nde korkularınla karşılaşabilirsin ama unutma, cesaret korkusuz olmak değildir. Korksan bile devam edebilmektir.”
Kofu, yaşlı baykuşun sözlerini aklına kazımış. Başını sallayıp ona teşekkür etmiş ve hemen yola koyulmuş.
Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken etrafına dikkatlice bakıyormuş. Ne kadar yürürse yürüsün, etraf hâlâ sessizmiş. Rüzgâr yaprakları kımıldatmıyor, kuşlar kanat çırpmıyormuş. Sessizliğin içinde yürümek tuhafmış.
Yolunun üzerinde, kökleri toprağın derinliklerine uzanan, göğe yükselen büyük bir ağaç görmüş. Bu, ormanın en eski ağacıymış. Gövdesinde çatlaklar, dallarında ise asırlık hikâyeler saklıymış.
Tam o sırada ağaç hafifçe sallanmış ve derinden gelen bir ses duyulmuş. “Kofu, cesur kaplan. Nereye gidiyorsun?”
Kofu durup yukarı bakmış. Ağacın gövdesinde iki büyük çukur gibi duran oyukların içinden ışık süzülüyormuş. Kökleri yavaşça kıpırdamış.
“Ormanın sesini geri getirmeye gidiyorum” demiş Kofu. “Bilge Baykuş, Gölgeler Vadisi’ne gitmem gerektiğini söyledi.”
Ağaç, dallarını rüzgâr olmadan sallamış. “Gölgeler Vadisi’ne gitmek cesaret ister. Ama sadece cesaret yetmez. Yolunu bulabilmek için ışığa ihtiyacın olacak.”
Tam o anda, Kofu’nun çevresinde minik parıltılar belirmiş. Bunlar ateş böcekleriymiş. Küçük ama güçlü ışıklarını etrafa yayıyorlarmış.
Küçük bir ateş böceği kanatlarını titreştirerek Kofu’nun yanına yaklaşmış. “Biz seninle geleceğiz” demiş. “Karanlıkta yolunu kaybetmemen için sana ışık olacağız.”
Kofu gülümsemiş. “Teşekkür ederim. O zaman hep birlikte gidelim.”
Böylece Kofu, ateş böceklerinin ışığında Gölgeler Vadisi’ne doğru ilerlemeye devam etmiş.

Yol gittikçe kararmış. Ağaçlar daha sık olmuş, gökyüzü neredeyse görünmez hale gelmiş. Ama ateş böceklerinin ışığı Kofu’nun önünü aydınlatıyormuş.
Sonunda, önüne sisler içinde kaybolan büyük bir vadi çıkmış. Burada ne ağaçlar fısıldıyormuş ne de yapraklar kımıldıyormuş. Her şey hareketsizmiş.
Kofu, derin bir nefes almış. Burada olduğunu biliyorum demiş içinden. Ormanın seslerini geri almak için buradayım.
Adımlarını dikkatlice atarak vadinin içine girmiş.
İçeri girdikçe sis daha da yoğunlaşmış. Bir süre sonra, vadinin en derin köşesinde büyük, gölgeler içinde dalgalanan bir varlık belirmiş. Koyu bir duman gibi süzülüyor, etrafına sessizlik yayıyormuş.
Bu, Sessizliğin Efendisi’ymiş.
Kofu hiç korkmadan ileri çıkmış. “Ormanın seslerini geri ver” demiş.
Sessizliğin Efendisi hafifçe dalgalanmış. “Neden vereyim?” diye sormuş. “Sessizlik en güzel şeydir. Gürültü, karmaşa getirir. Ben huzuru severim.”
Kofu başını iki yana sallamış. “Hayır, sessizlik huzur değildir. Sessizlik yalnızlıktır. Sesler dostluk getirir, neşe getirir, hayat getirir. Orman sesleriyle yaşar.”
Sessizliğin Efendisi önce bir duraklamış. Çünkü daha önce hiç böyle düşünmemiş. Kendi dünyasında her şey sessizmiş ve o bunu huzur sanıyormuş.
Kofu, gözlerinin içine bakarak konuşmaya devam etmiş. “Eğer bana inanmıyorsan, sadece bir anlığına sesleri serbest bırak. Ne olacağını kendin gör.”
Sessizliğin Efendisi bir süre sessiz kalmış. Sonra yavaşça geri çekilmiş.
Bir anda, hafif bir rüzgâr esmiş. Uzaktaki nehir hafifçe şırıldamış. Bir kuş cıvıldamış. Ağaçların yaprakları kımıldamış.
Küçük bir ateş böceği kanatlarını çırpmış. “Duyuyor musun?” diye fısıldamış.
Sessizliğin Efendisi etrafına bakmış. Sesler ilk başta garip gelmiş ama sonra fark etmiş ki, bu seslerin içinde gizli bir güzellik varmış.
“Bunlar, çok güzel” demiş şaşkınlıkla.
Kofu gülümsemiş. “İşte bizim ormanımız her zaman böyleydi. Sesler olmadan her şey cansız kalır. Onları geri vermelisin.”
Sessizliğin Efendisi, ilk defa kendini yalnız hissetmemiş. Başını öne eğerek fısıltıyla konuşmuş. “Ormanın seslerini geri veriyorum” demiş.
O anda büyük bir ışık patlamış. Sisler dağılmış, vadide yankılanan sessizlik kaybolmuş. Ormanda nehirler yeniden akmaya başlamış, kuşlar şarkılarını söylemiş, rüzgâr dans etmiş.
Kofu, içini büyük bir mutlulukla dolduran bu sesleri dinlemiş. Ormanın sesi geri dönmüş.
Ateş böcekleri ışıklarını parlatmış. “Başardın” demişler sevinçle.
Kofu, vadiden çıkarken Sessizliğin Efendisi’ne dönüp gülümsemiş. “Eğer istersen, ormanda bir yerin olabilir. Sessizliği de, sesleri de paylaşabiliriz.”
Sessizliğin Efendisi ilk kez kendini bu kadar huzurlu hissetmiş.
Kofu, ışığın ve sesin içinde ormana geri dönerken tüm hayvanlar onu bekliyormuş. Sincap Lilo sevinçle zıplamış, geyikler mutlulukla boynuzlarını tokuşturmuş, kuşlar en güzel şarkılarını söylemiş.
Bilge Baykuş, gözlerini kapatıp hafifçe gülümsemiş. “Gerçek kahraman, yalnızca güçlü değil, kalbiyle de cesur olandır” demiş.
Ormandaki Cesur Kaplan masalından sonra ormanda ne sessizlik korkutucu olmuş, ne de sesler unutulmuş. Çünkü herkes seslerin, dostluğun ve yaşamın bir parçası olduğunu anlamış. Ve masalda burada bitmiş.
Ormandaki Cesur Kaplan Masalına benzeyen dostluk dolu hayvan masalları okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz.