Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, yemyeşil bir ormanın ortasında, küçük bir göl varmış. Bu gölün kenarında, kocaman bir çınar ağacının dibinde, minik bir kaplumbağa yaşarmış. Adı Kıpır’mış.
Kıpır, adından beklenmeyecek kadar meraklı ve hareketli bir kaplumbağaymış. Gün boyunca yavaş yavaş yürür, çevresindeki çiçekleri, kelebekleri, ağaçları incelermiş. Ama bir sorunu varmış: Kabuğunun rengi ona çok sıkıcı geliyormuş!
“Keşke benim de kelebekler gibi rengârenk kanatlarım olsaydı,” dermiş kendi kendine. “Ya da bir çiçek gibi sarı, mavi, pembe olsaydım!”
Kıpır, gölün kenarında oturmuş suya bakarken gökyüzünde rengârenk bir gökkuşağı belirmiş. Gökkuşağının renkleri suya yansıyınca, Kıpır büyülenmiş. Tam o anda, ormanın neşeli sakini olan bilge kurbağa Fıstık, suyun kenarına sıçramış.
Fıstık: “Merhaba Kıpır! Neden böyle düşüncelisin?” diye sormuş.
Kıpır iç çekerek, “Ah Fıstık! Keşke benim de kabuğum gökkuşağı gibi rengârenk olsaydı!” demiş.
Fıstık, gözlerini kırpıştırarak gülümsemiş. “Öyleyse Gökkuşağı Tepesi’ne gitmelisin! Orada büyülü bir çiçek var. Onun özünü kabuğuna sürersen, istediğin renklere bürünebilirsin!”
Kıpır, heyecanla başını sallamış ve hemen yola koyulmuş. Yavaş ama kararlı adımlarla ilerlemiş. Yol boyunca, kırlangıçların cıvıltısını dinlemiş, papatyaların mis gibi kokusunu içine çekmiş, sarı kelebeklerin dansını izlemiş.
Az gitmiş, uz gitmiş, çimenler üzerinde süzülen bir salyangozla karşılaşmış.
Salyangoz: “Nereye gidiyorsun, küçük kaplumbağa?” diye sormuş.
Kıpır heyecanla: “Gökkuşağı Tepesi’ne! Büyülü çiçeği bulup kabuğumu rengârenk yapacağım!” demiş.
Salyangoz gülümsemiş. “O halde sabırlı olmalısın, o yol uzun ama güzelliklerle dolu.”
Kıpır, salyangoza teşekkür etmiş ve yürümeye devam etmiş. Yolun ilerleyen kısmında, bir sincapla karşılaşmış.
Sincap, cevizini kemirirken: “Nereye gidiyorsun, Kıpır?” diye sormuş.
“Gökkuşağı Tepesi’ne! Büyülü çiçeği bulacağım!”
Sincap kıkırdamış. “Ah, o çiçek çok güzel kokar! Ama yol zorludur, dikkatli ol!”
Kıpır başını sallamış ve tekrar yola koyulmuş. Dağ tepe aşmış, derelerden geçmiş, sonunda Gökkuşağı Tepesi’ne varmış. Gerçekten de ortada pırıl pırıl parlayan büyülü bir çiçek varmış! Kırmızı, mavi, sarı, turuncu, mor.

Kıpır, çiçeğe yaklaşmış, tam ona dokunacakken, rüzgâr fısıldamış:
“Gerçek renkler kalbindedir, kaplumbağa Kıpır! Sen zaten dünyayı tüm güzellikleriyle görüyorsun. En önemli renk, içinde taşıdığın sevgidir!”
O anda Kıpır durup düşünmüş. Yol boyunca gördüğü kelebekleri, kokladığı çiçekleri, duyduğu kuş seslerini hatırlamış. Renkleri sevmek için kabuğunun değişmesine gerek olmadığını anlamış. Çünkü asıl güzellik, dünyayı olduğu gibi görebilmekmiş.
Kıpır gülümsemiş ve neşeyle geri dönmüş. Gölün kenarına vardığında Fıstık onu bekliyormuş.
“Peki, büyülü çiçeği buldun mu?” diye sormuş Fıstık.
Kıpır mutlu bir şekilde başını sallamış. “Evet, ama fark ettim ki en güzel renkleri zaten içimde taşıyorum!”
Fıstık kahkahalarla gülmüş. “İşte gerçek büyü de bu!”
O günden sonra Kıpır, kabuğunu eskisi gibi severek yaşamış. Gökyüzündeki gökkuşağını izlemeye, çiçeklerin kokusunu içine çekmeye ve hayatın renklerini kalbinde taşımaya devam etmiş.
Ve ormanda herkes onun neşesine hayran kalmış. Gökler yıldızlarla süslenirken, göl usulca dalgalanmış ve Kaplumbağa Masalı burada sona ermiş.
Kaplumbağa Masalına benzeyen hayvan masalları okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz.